Manşet

Hedef; 1 Kasım; Parola, Daha Fazla Saldırganlık

7 Haziran seçimleriyle birlikte AKP/Erdoğan’ın devreye soktuğu planın ilk aşaması bitmişe benziyor.

7 Haziran’da ağır bir yenilgi alarak yasal düzlemde başkanlık sevdası suya gömülen(şimdilik) Erdoğan’ın koltuğu kolay bırakmayacağı herkesin malumuydu. Nitekim öylede oldu. Erdoğan çoğunlukla gizlemeye gerek duymadan AKP ve Davudoğlu’na yönelik müdahaleleri ile siyasete ayar vermeye devam etti.

Erdoğan’ın ilk planı, istediği oyu alamadığı sandığı yeniden kurmaktı. Ancak bunun için önce kamuoyunun belli düzeylerde rızasının sağlanması, ikna edilmesi gerekiyordu. Hükümet kurmak adına elinden geleni yapan, her türlü iyi niyet ve fedakârlığı yapan bir görüntü çizilmesine büyük özen gösterilerek 45 günlük bir seyirlik parodi oynandı. Gelinen aşamada 45 günün bile dolması beklenmeden Erdoğan yetkisi olmamasına rağmen seçim tarihini bizzat açıkladı. Geride bırakılan 45 günlük sürenin AKP açısından zaman kazanmak, iç uyumunu yeniden sağlamak ve güçlendirmekle, elbette en önemlisi de rakibini/rakiplerini zayıflatmakla geçtiği, bunu hedeflediği açık.

Havuz medyası aracılığıyla geçen süre içinde diğer düzen partilerine ve HDP’ye yönelik sistematik bir saldırı ve halka dönük bir manipülasyon devreye sokuldu. Kuşkusuz zaman kazanma, güçlerini organize etme ve yeniden saldırı olarak ifade edilebilecek söz konusu sürecin en önemli gündemi, yurtsever güçlere yönelik gözaltı, tutuklama ve ile sınır ötesine uzanan hava operasyonları ve katliamlar oldu.

Bugün dümeninde AKP’nin oturduğu TC devleti, planlarını bozan ve oyunun gidişatı üzerinde belirgin bir etki yaratan yurtsever güçlere yönelik kapsamlı bir saldırganlık başlattı. T.Kürdistanı’nın birçok ilinde yaşanan yoğun çatışmaların arka planında faşizmin bahsini ettiğimiz, zayıflatma, gücünü kırma, etkisizleştirme amacının yattığını söylemek yanlış olmaz.

45 günlük sürenin dolmasıyla birlikte tamamen Erdoğan’ın denetiminde ve kontrolünde bir seçim hükümeti kurulmuş durumda.

Seçim hükümetinin yapısına ve nasıl kurulduğuna bakmak bile Erdoğan’ın/kaçak sarayın neler yapmak istediği konusunda yeterince fikir veriyor. Davudoğlu’nun “ben partilerden istediğim milletvekilini bakan olarak seçerim” yaklaşımında ifadesini bulan ve kendi hukukunu bile ayaklar altına alan tutum, tamda AKP’nin bu süreyi nasıl geçirmek istediğini göstermektedir. Erdoğan/AKP, 1 Kasım’a kadarki süreyi büyük bir taarruz ruhu ve yaklaşımıyla ele alacak gibi görünmektedir.

17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasına polis operasyonlarını durduran ve Erdoğan’a açıktan sahip çıkan İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’un İçişleri Bakanlığına, benzer bir süreci yargı alanında işleterek ağabeylerinin gözüne giren, Adalet Bakanlığı müsteşarı Kenan İpek’in Adalet Bakanlığına getirilmesi daha fazla saldırganlığa işaret etmektedir. 2014 yerel seçimlerinden önce internete düşen ve MİT müsteşarı Hakan Fidanın “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim. Süleyman Şah Türbesine saldırtırız” dediği toplantıya katılanlardan biri olan Sinirlioğlu’nun Müsteşarlıktan Dışişleri Bakanlığına terfi etmesi de AKP’nin önümüzdeki süreçte Suriye’ye dair belli adımların hazırlığı içinde olduğunu göstermektedir.

 

Daha Fazla Saldırganlık…

Görünen o ki AKP’ye oy kaybettiren, prestijini ve gücünü zayıflatan, hareket alanını darlaştıran güçlerin yok edilmesi, yapılamıyorsa pasifize edilmesini içeren kapsamlı bir plan üzerinde çalışılıyor. Bu, daha fazla gözaltı ve tutuklama, daha büyük operasyon ve katliamlar ile bugün fiili olarak yaşama geçirilen her türlü hak arayışı ve tepkinin yasaklanmasında parantezin genişletileceği anlamına gelmektedir. AKP’nin T. Kürdistanı’ndan kaybettiği oyları kazanmaya dönük yeni bir hamlesinin olmayacağı görünmektedir.7 Haziran öncesinden başlayan ve seçim sonrası giderek ivme kazanan milliyetçi, ırkçı söylemlerin ve tutumların nedeni de bu olsa gerektir.

AKP, 7 Haziran’dan bu yana ve 1 Kasım’a kadar mevcut kitlesini tahkim edecek bunun yanı sıra MHP tabanını da buna dâhil edecek politikalara ve buna uygun söylemlere yönelecektir. Erdoğan’ın 7 Haziran’dan önce açılış adı altında yürüttüğü seçim çalışmalarını gelinen aşamada asker cenazelerinde, Türk bayrağına sarılı tabut başında, faşist söylemler eşliğinde yürüteceği anlaşılmaktadır. MHP’den Tuğrul Türkeş’in Başbakan yardımcılığına, BBP eski genel başkanı olan Yalçın Topçu’nun Kültür Bakanlığına getirilmesi bu politikanın birer sonucudur.

Hükümet kurulmuştur ancak AKP yetkililerinin açıklamaları kabinenin görev süresinin 2 ayla sınırlanmayacağına da işaret etmektedir. Hükümetin 1 Kasım’dan hemen sonra kurulması ihtimali bugünkü parametrelerle oldukça zor görünmektedir. Bu bakımdan AKP’nin 1 Kasım’ı da aşan bir kapsamda, istediği sonucun çıkmama olasılığına karşılık yeni hükümet kurma çalışmalarına ipler elinde başlamak istediği ortadadır.

Yapılan anketler 1 Kasım’da yapılacak bir seçimde birkaç puanlık değişimler dışında hiçbir parti için esaslı bir değişikliğin olmayacağı noktasında birleşmektedir. Bu durumun AKP/Erdoğan için yeni bir kriz anlamına geleceği ve kabul edilemeyeceği ise aşikârdır. Öyleyse tabloyu değiştirecek yeni aktörlerin devreye sokulması gerekecektir. Bugün için mevcut dengeleri sarsacak ve AKP’yi, en kötü durumda oylarını ve milletvekillerini arttırmış bir şekilde sandıktan çıkaracak adımların ne olacağı belirsizliğini korumaktadır.

 Ne var ki bu konuda en azından genel yönelim bağlamında belli şeyler söylemekte mümkündür. Görünen o ki TC devleti, Suriye’ye yönelik bir saldırı/ işgali de içine alacak bir kapsamda, oldukça boyutlu bir haksız savaş hazırlığındadır.

Bunun çeşitli milliyet ve inançlardan emekçi yığınlara daha fazla açlık, sefalet ve yoksulluk getireceği, temel hak ve özgürlüklere dönük daha azgın saldırılara karşılık geldiği, özelikle de T. Kürdistanı’nda bir süredir yaşanan katliamların boyutlanması anlamına geleceği açıktır.

Döviz kurunda yaşanan artışa paralel etkisini daha fazla hissettiren ekonomik krizin de, istikrar ve güç vurgusu adına, AKP’nin yeniden hükümeti kurması bağlamında etkin bir propaganda aracına dönüştürülebilmesi mümkündür.

 

Direnişi ve Mücadeleyi Büyütelim!

Özelikle Suruç katliamıyla beraber dizginlerinden boşanan devlet terörüyle AKP’nin belli adımlar attığı doğrudur. Ne var ki saldırılar karşısında yurtsever hareketin ve Kürt halkının sergilediği direnişin hesapları bozduğu da bir gerçektir. Öz yönetim açıklamaları ve buna paralel gerçekleşen gerilla eylemleriyle devletin daha şimdiden ciddi anlamda sıkıştığı görülmektedir.

Saldırganlığın yükseltilmesine paralel tepkilerin artacağı açıktır. Gelinen aşamada coğrafyamızda “doğu” ile “batı” arasında farklı bir politik atmosfer yaşanmaktadır. T. Kürdistanı’nda gelişen direnişin batıdan daha fazla sahiplenmeye, devleti Batıdan daha fazla zorlamaya, direnişi daha fazla yükseltmeye ihtiyaç vardır. Devrimci, ilerici güçlerin Kürt ulusal hareketiyle saldırılar karşısında aynı cephede yer alması ve ortak bir karşı koyuş örgütlemesi devletin en korktuğu şeylerden biridir.

cizrrrrreSeçim süreçlerinin bu anlamda önemli olanaklar açığa çıkardığı 7 Haziran döneminde deneyimlenmişti. T. Kürdistanı’nda yaşanan her saldırıya ve katliama tepki göstermek, sokağa çıkmak ve direnişi büyütmek aynı zamanda daha büyük saldırılarında önüne geçecektir. Bu anlamda sürekli bir savunma durumunun kazandırıcı olmayacağı açıktır. Ulusal hareketin bugünkü pratiği de bunu kanıtlamıştır.

Sınıf mücadelesinin bugünkü panoraması, güç dengeleri ve mücadelenin belirgin yanı, tıpkı 7 Haziran seçimleri öncesinde olduğu gibi TC devleti, hâkim sınıflar ile Kürt ulusal hareketi, Kürt halkı arasındaki bir hesaplaşma ve çatışmayı bu bağlamda bir kopuşu yansıtmaktadır. Son dönemlerde T. Kürdistanı’nda artan saldırıların, yargısız infazların ve katliamların seçim sürecinde daha fazla yaşanabileceği de göz önünde bulundurulduğunda nerde durulması daha açık bir hale gelmektedir.

Devrimci, ilericilerin, yurtsever güçlerle aynı cephede direnişi büyütmesi aynı zamanda dostluk temelinde ciddi bir ideolojik mücadeleyi de zorunlu kılmaktadır. Ulusal sorun bugün hemen her kesimin üzerinde en fazla tartıştığı konuştuğu bir başlıktır. Bu anlamda proletaryanın ulusal soruna dair fikirlerini, özgürce ayrılma hakkı ve tam hak eşitliğini savunmak ve tartışmak önemlidir.

Özellikle de bu temelde yaşanan hareketli süreç, ödenen bedeller ve yaşanan çatışma ortamı bu başlıktaki görevleri ertelememelidir. Burada kritik nokta, ideolojik mücadeleyi beraber yürüme, ortaklaşılan temeller ekseninde birlikte mücadele etme pratiği sırasında yapmakta yatmaktadır.

Aksi durumda sözlerin ve doğruyu söylüyor olmanın Kürt halkı ve geniş kesimler nezdinde bir karşılığı olmayacaktır. Bu bağlamda özellikle demokratik alanda, reformizmin daha yoğun bir şekilde etkisini göstereceği, daha açık bir hal alacağı, söylemlere ve pratiğe daha fazla yansıyacağı açıktır.

Seçim hükümeti bu temelde tartışmayı hak etmektedir. Hükümetin kuruluş amacı, niteliği ve görevinin çerçevesi bellidir. Erdoğan’ın emri ve imzasıyla, 1 Kasım seçim sürecinde AKP’yi güçlendirmek adına göreve getirilen bir saldırganlık ve savaş hükümeti söz konusudur.

 

HDP, Erdoğan Hükümetine Girmemeliydi

Bu niteliklere sahip bir hükümete HDP’nin bakanlık vermesi, bu süre içinde yaşanacaklara bir yanıyla bulaşması anlamına gelecektir. Bakanların mevcut hükümetin niteliğini ve temel yönelimini belirleme yetkisi ve gücü yokken başka bir sonucun ortaya çıkması da mümkün değildir.

vekilDevletin meclis ve hükümetler eliyle demokratikleşebileceği, niteliksel bir değişim yaşanabileceği fikri reformizin öteden beri savunageldiği bir görüştür. HDP’nin çeşitli milliyet ve inançlardan halkımıza yönelik kapsamlı saldırıların yaşandığı/yaşanacağı bir süreçte bu savaş arabasının bir parçası olmaması, savunduğu görüşler açısından da daha doğru olurdu.

 Nitekim 7 Hazirandan bugüne özellikle de Erdoğan/Kaçak Sarayın halka yönelik savaşı kendi iktidarı ve koltuğu adına başlattığı ve sürdürdüğüne yönelik açıklama ve mücadelenin belli bir karşılık bulduğu ve geniş kamuoyunda bir etki yarattığı ortadadır.

 “Topluma, ülkeye karşı bir sorumluluktur seçim hükümetinde yer almak..Türkiye’nin istikrarı için biz seçim hükümetinde görev alacağımızı söyledik…Bizim seçim hükümetinde görev almamız da AKP’nin hükümetine ortak olmak değildir”(Selahattin Demirtaş.20 Ağustos. Habertürk) sözleri en azından 7 Haziran sonrasında Erdoğan/AKP’nin kendi yasalarını hiçe sayarak, hiçbir kural tanımayarak nasıl hareket ettiği açıkça ortaya çıkmışken gerçekçi değildir.

Daha şimdiden Davudoğlu’nun HDP’li bakanlara yönelik tehdit ve açıklamaları, hizaya getirme çabaları niyetin ne olduğunu göstermektedir. Bakanlar Kurulunun işleyişinin ve iç disiplinin içerde muhalefet etmeye, burada mücadele etmeye uygun olmadığı sayısız deneyimle sabittir.

Zira Bakanlar Kurulu bir meclis yapısından farklıdır ve devletin MGK’dan sonraki en önemli organlarından biridir. Gerek MGK gerekse de Cumhurbaşkanlığı ya da Bakanlar Kurulunun temel amacının devletin bekasını sağlamak olduğu da bir gerçektir. Davudoğlu’nun konuşmalarında bu “kırmızı çizgiye” dikkat çekmesi de bundandır.

Özetle; HDP açısından doğru tavır, Erdoğan’ın hiçbir yasa ve kuralı tanımadan, meclisin ve AKP’nin dahası Bakanlar Kurulunun üstünde bir yetkiyle, fiili başkanlık rolüyle hareket ettiğini, hükümetin bu bağlamda hukuksuz bir zeminde ve tamamen Erdoğan’ın amaç ve hedeflerine hizmet etmek üzere kurulduğunu açıklayarak bakan vermemek olmalıydı.

Bir Partizan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu