GüncelMakaleler

HALKIN GÜNDEMİ | Sermaye İçin Doğa ve Yaşam Eşittir Para

"Gerçi yaşanan hiçbir olayda kaza değil tamamen kar hırsı üzerinden yaratılan katliamlardır. Gerçek, Soma, Ermenek ve İliç'te yaşananların, kaza değil katliam olduğunu bize gösteriyor. İliç’te 9 emekçinin diri diri gömülmesi tamamen kasti olarak yapılmış bir cinayettir."

Geçtiğimiz günlerde Erzincan İliç’te Anagold maden şirketine ait altın madeninde bir katliam yaşandı ve dokuz işçi diri diri toprağa gömüldü.

Aslında İliç’te maden ocağı açıldığı gün katliam başlamıştı ve devam ediyor. Bugün bu topraklarda sömürünün, talanın ve rantın en pervasız günlerini görüyoruz, mücadele etmezsek göreceğiz de.

İnsan, doğa ve bugün yeryüzünde var olan her şey, kapitalizm için para demektir. Kapitalizmin varlığı sömürü üzerine kuruludur. Ne kadar sömürü, rant ve talan varsa o kadar da para var demektir. Bugün her emekçinin, her ağacın, her canlının, her derenin yaşamının son bulmasının nedeni sermayedarların daha çok para kazanma hırsından ve servetlerini artırmalarından kaynaklıdır. Sömürü var olduğu günden beri var ama hiçbir zaman AKP iktidarı donemi kadar pervasızlaştırılmadı.

AKP-MHP iktidarı, geçmişten öğrendiklerini katlayarak devam ediyor bu politikaya. Doğa talanı ve rantlaştırılması TC tarihinde hep vardır ama 1970’lerden sonra her geçen yıl artarak devam etmiştir. 1970’li yıllarda daha çok baraj yapımı ile öne çıkmıştır, o yıllarda yapılan barajlar dönemin sermaye çeteleri için rant alanı olmuştur.

1980 ve 1990’lı yıllarda otoyol, baraj ve belli bölgelerde maden ocakları ile doğa talanı ve sömürüsü artarak devam etmiştir. Tarihsel olarak birçok konuda olduğu gibi yine doğa sömürüsünün artarak devam etmesini sağlayan da 12 Eylül askeri faşist cuntası olmuştur. Faşist cunta ile beraber neo-liberal politikalarla özel sektörün önü açılmış, önlerinde engel olabilecek toplumsal muhalefet yok edilmiş, sömürünün artması ve sermayenin daha fazla kazanması için yasal düzenlemeler yapılmış.

Yasal düzenlemeler rant ve talanın önünü açmak için sürekli değiştirilmiş ve değiştirilmeye devam ediliyor. Bunun en net örneği madencilik için yapılan yasal düzenlemelerle ortada. Madencilik faaliyetleri 1985 yılında yürürlüğe giren 3213 sayılı maden kanunu ile düzenlenmiş durumda. Maden arama ve çıkarma faaliyetleri çok uzun süre Maden Tetkik Arama (MTA) ve Etibank gibi kamu kuruluşları eliyle yürütülmüştür.

1980’lerden itibaren özel sektörün madencilik faaliyetlerine dâhil olması ile beraber mevzuatta sık sık değişiklikler yapılmış, daha önce uygulanmakta olan yasal düzenlemelerin kısıtlayıcılığı kaldırılmış, devletin müdahale ve denetim yetkileri hafifletilmiş.

Daha fazla kâr için doğanın sömürülmesi

2000’li yılların başından bu yana Maden Kanunu 20’den fazla değişikliğe uğradı. Her değişiklikle daha fazla doğa ve tarım alanı, su varlıkları ve kültür mirası madencilik faaliyetlerine açık hale getirildi. Maden Kanunu’nun tarihsel değişimi açısından özellikle 2004 yılında yapılan “5177 sayılı Maden Kanunu”nda ve “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” önemli bir kırılma noktası oluşturdu.

Bu kanunla izin ve çevresel etki değerlendirmesi hususlarında düzenlemeler yapıldı, madencilik faaliyeti yapılabilecek alanlar genişletildi. Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, SİT alanları, tarım alanları, su havzaları ve benzeri doğal ve kültürel zenginlikleri olan ve bu sebeple koruma altına alınmış alanlar madencilik faaliyetine açıldı.

Günümüzde Türkiye’de doğayı, tarım alanlarını ve kültürel varlıkları madencilik faaliyetlerine karşı koruyan tek bir koruma statüsü bulunmuyor. Bu yasal düzenlemeler sonrası ortaya çıkan sonuç Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı ya da kısaca TEMA’nın yaptığı bazı araştırmalarda görebiliyoruz.

Maraş’ın yüzde 58’i, önemli doğa alanlarının yüzde 69’u, büyük ovaların yüzde 65’i, korunan alanlarının yüzde 56’sı, Zonguldak ve Bartın’da her iki ilin yüzde 72’si, korunan alanlarının yüzde 71’i, önemli doğa alanlarının yüzde 61’i, Eskişehir’in yüzde 71’i, korunan alanların yüzde 59’u, önemli doğa alanlarının yüzde 76’sı, Erzincan ve Dersim’in önemli doğa alanlarının yüzde 71’i, korunan alanlarının yüzde 60’ı, meralarının yüzde 66’sı madenlere ruhsatlı.

Tüm yukarıda saydıklarımız tüm kentler için aşağı yukarı aynı. Uluslararası sermaye ve onun işbirlikçisi yerel sermayenin doğayı nasıl rant ve talan ettiğinin sadece ve sadece bir kısmı.

Daha fazla kâr ve para için doğanın sömürülmesinin birçok farklı alanı oluşturulmuş durumda. Maden ocakları üzerinden rant ve talan edemedikleri dereleri Hidroelektrik Santral kurarak, Hidroelektrik Santraller üzerinden sömüremedikleri yerlerde zeytinlikleri yok ederek Jeotermal Santral kurarak, Jeotermal Santraller üzerinden para kazanamadıkları alanları da Nükleer Santraller açarak rant ve talan ediyorlar.

Herhangi bir yok edişin olmadığı bir yerde aslında başka bir yok ediş durumu ortaya çıkmış oluyor. AKP-MHP faşist iktidarı doğayı rant ve sömürüye açarak sermayedarları zenginleştirmenin birçok farklı durumu yaratıyor. Biz dağlarımıza, derelerimize bakarken güzellikler görürken onlar sadece kazacakları parayı görüyor.

Doğanın bu kadar sermaye haline getirildiği bir durumda üzerinde yaşayan insanın da sömürülmesinin yolunun bulunması gerekiyor. Tabi ki de bu da tüm yukarı da maden, HES, JES alanlarında sömürülecek bir insan emeğinin ve yaşamın olması gerekiyor.

Direniş ve mücadeleleri büyütmek

Kapitalist ülkelerin birçoğunda doğaya ve insana zararlı olduğu için yasaklanan maden arama tekniklerinin hepsi bugün coğrafyamızda kullanılıyor. Bu tekniklerden kaynaklı birçok emekçinin yaşamı kanser vb. durumlardan kaynaklı son buluyor. TC’nin birçok rant alanı içerisinde düşük işgücü rantı da var. Bu rant, doğanın peşkeş çekilmesi ile beraber uluslararası sermaye için TC sınırları içerisinde ki herhangi bir maden ocağı, HES ve JES mükemmel bir durum yaratıyor. Düşük maaş durumu, yaşanan herhangi bir durum karşısında hesap verilmeme hali, sınırsız yetki ve haklar, sömürünün azgınlaşmasının önünü açıyor. Bugün TC sınırları içerisinde herhangi maden kazası veya iş kazasından kaynaklı hesap veren biri veya birilerinin olması durumu söz konusu değil.

Gerçi yaşanan hiçbir olayda kaza değil tamamen kar hırsı üzerinden yaratılan katliamlardır. Gerçek, Soma, Ermenek ve İliç’te yaşananların, kaza değil katliam olduğunu bize gösteriyor. İliç’te 9 emekçinin diri diri gömülmesi tamamen kasti olarak yapılmış bir cinayettir.

Bir gün öncesinde maden bölgesinde meydana gelen çatlakların varlığı, siyanürlü toprağın 8 basamak olması gerekirken 12 basamak olması, yine siyanürlü toprağın altında bulunan nebranın sızıntı yapması durumu göz önüne alındığında gerçeklik gün gibi ortaya çıkmakta.

Tüm yaşananların içerisinde her zaman umut var ve var olacak da. Umut, İkizdere de, Kazdağıların da, İkizköy’de, Cudi dağında, Dikmece’de, Ortakaya’da konulan direniş ve mücadeledir.

Bize ve halkımıza düşen de bu direniş ve mücadeleleri büyütmek ve çoğaltmaktır.

Bugün Erzincan’da katledilen doğa bizim doğamız, katledilen emekçilerde biziz! Onun için de dağlarımızı, derelerimizi, ovalarımızı, hayvanlarımızı, insanlarımızı ve geleceğimizi yok etmeye çalışanlara karşı mücadele edelim.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu