Makaleler

Katil devlet, taşeron başbakan!

Meşruluğu tartışmalı 1 Kasım “yeniden seçimi”ne kısa bir zaman kala, hakim sınıf partileri, seçim çalışmalarına başladılar. Hemen hepsi de açıkladıkları seçim beyannamelerinde, işçi sınıfına ve halka yönelik ekonomik, demokratik vaatlerde bulundular. Aslında bu durum bile ülkemizde ekonomik, demokratik taleplerin, hak ve özgürlüklerin ne kapsamda olduğunu göstermektedir. Türkiye işçi sınıfı ve halkı, işsizliğin ve yoksulluğun pençesinde, ekonomik sorunlarla boğuşmakta, en temel demokratik talepleri karşılanmamakta, haklar ve özgürlükler işçi sınıfı ve halk için faşist bir cendere altında bulunmaktadır. Örneğin ülkemizde sınıfsal çelişkilerin geldiği aşamanın keskinliği, işçi sınıfına yönelik uygulanan sömürünün boyutunu ve halka dayatılan yoksulluğu, hakim sınıf partilerinin “asgari ücret”in yükseltilmesi vaatleri ve tartışmalarından rahatlıkla anlayabiliriz. Açıklanan seçim vaatlerinde bunun gibi onlarca örnek vardır. Hakim sınıf sözcüleri ne kadar gizlemeye, ne kadar yok saymaya ve görmezden gelmeye çalışsalar da; seçim vaatlerinde ileriye sürdükleri talepler, ülkemizde işçi sınıfının ve halkın içinde bulunduğu duruma işaret etmektedir.

Bu bir gerçek olarak orta yerde durmaktadır. Ve o kadar da gerçek olan hakim sınıf partilerinin hiç birisinin bu vaatleri yerine getirmeyeceğidir. Yerine getirmeyeceklerdir çünkü vaat edilenlerin gerçekleşmemesinin sorumlusu kendileridir. Sorunların yaratıcıları dönüp işçi sınıfı ve halka bu sorunları çözme vaadinde bulunmaktadırlar. Burada tam bir ikiyüzlülük ve halk düşmanlığı söz konusudur.

Kuşkusuz bu vaatlerde bulunan hakim sınıf partileri arasında durumu en ilginç olanı, 13 yıldır kesintisiz biçimde ülkeyi yöneten AKP’dir. Bu nedenle özel bir ilgiyi hak etmektedir. AKP’nin açıkladığı seçim vaatlerine bakıldığında, 13 yıldır ülkeyi yöneten bir partiden ziyade sanki bir muhalefet partisinin vaatlerini andırmaktadır. Bu açıdan AKP hakim sınıf partilerinin arasında işini en iyi yapandır! 13 yıldır işçi sınıfını ve halkı sömüren, açlık ve yoksullukla terbiye eden;  bu da yetmezmiş gibi TC tarihinde bütün diğer hakim sınıf partilerinin yapageldiği hırsızlık, yolsuzluk ve katliam pratiklerini zenginleştirerek sürdüren bir partinin; işçi sınıfına ve halka dönüp gerçekleştirmeyi vaat ettiklerini neden 13 yıldır gerçekleştirmediği ya da şimdiden hayata geçirmediği sorusu sorulabilir. Ancak bu soru T. Erdoğan ve AKP açısından anlamsızdır. Çünkü T. Erdoğan ve AKP, işçi sınıfını ve halkı kandırmanın, popülist söylemin daniskasını yapmaktadırlar. Bu açıdan gayet başarılı olduklarını kabul etmek gerekir.

Öyle ki seçime az bir zaman kala sokaklara çıkan Başbakan Ahmet Davutoğlu, bazen balıkçı, bazen pazarcı oluyor, cami önlerinde simitçiden simit alıp halka bedava dağıtmayla oy toplamaya çalışıyor. Ancak tüm bu “şirin” görünme çabalarına rağmen yine de halk düşmanı yüzlerini gizleyemiyor. Nitekim A. Davutoğlu’nun İzmir’deki seçim gezisinde, bir taşeron işçisinin taşeron sistemine dair sorunlarının çözümünü istemesine “taşeron ama telefonu var” diye cevap verebilmesi, bu faşist zihniyetin işçi sınıfına, halka bakışının göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Bu faşist zihniyet, işçi sınıfına sadece sömürüyü, ölümü reva görmekte ve bunu da “fıtrat”la açıklamaktadır.

İstisnasız bütün hakim sınıf partilerinin işçi sınıfına ve halka bakışı böyledir. İşçi sınıfı ve halk sadece ve sadece seçimlerde hatırlanır. Bütün düzen partileri, var olan sömürü ve zulüm düzenini meşrulaştırmak için göstermelik olarak seçimlere başvururlar. Demokrasi hakim sınıflar için, faşizm işçi sınıfı ve halk için uygulanır. Seçimler gündeme geldiğinde ise işçi sınıfına ve halka demokrasi nutukları atılır, iş, aş ve özgürlük vaatlerinde bulunulur. Seçim sonrasında ise bütün bu vaatler unutulur. Bu açıdan 1 Kasım “yeniden seçim”lerinin öncekilerden farkı, bu seçimin açıkça T. Erdoğan ve AKP kliğinin 7 Haziran seçimlerinden tek başına hükümet kuramaması ve bu nedenle bir kez daha şansını denemek istemesidir. Bu nedenle T. Erdoğan ve AKP, seçim vaatlerinde bol keseden atmakta ve seçim mağlubiyetinin en önemli nedeni olan HDP’nin barajı aşmasını engellemeye çalışmaktadır.

Hakim sınıf partilerinin seçim beyannamelerinde birleştikleri bir diğer meselede, Kürt ulusunun mücadelesine yönelik “terörizm” söylemidir. Kürt Ulusal Hareketi’nin legal alanda siyaset yapan partisi HDP’ye yönelik bütün hakim sınıf partilerinin yaklaşımı kimi nüanslara rağmen benzerdir. Bu açıdan bütün hakim sınıf partileri başta Kürt ulusu olmak üzere, Türk ulusundan ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve halka vaat ettikleri; Kürt ulusu üzerinde faşist baskı, imha ve inkarın devam ettirilmesi, sömürü ve zulmün artırılarak sürdürülmesidir.

 

Kürt ulusunun yanında düşmanın karşısında olmak!

HDP’nin baraj altında bırakılma siyaseti beraberinde başta Kürt ulusu olmak üzere onunla dayanışma içinde olan devrimci ve demokrat kesimlere yönelik faşist bir saldırı dalgası başlatılmasını getirmiştir. Başta T. Kürdistanı’ndaki şehirlere yönelik gerçekleştirilen faşist devlet operasyonları ve katliamlar olmak üzere, bütün ülke çapında HDP’ye, devrimci ve demokratlara yönelik gözaltı ve tutuklama saldırıları devrededir. Ankara’da Barış Mitingi’ne yönelik bombalı saldırı, bu faşist devlet saldırganlığının son örneğidir. Faşizm Suruç’ta başlattığı katliam saldırılarını kararlılıkla sürdürmektedir. Böylelikle HDP’nin seçimlerde başarısız olması amaçlanmaktadır.

T. Kürdistanı’nda yaşanan durum, Kürt halkının ve özellikle de gençliğin direnişi, ilan edilen özyönetim pratikleri vb. gelişmeler, Kürt Ulusal Hareketi’ni de aşmış durumdadır. Denilebilir ki yaşanan süreç, Kürt Ulusal Hareketi’ni aşan bir evrede seyretmektedir. Bu durumda, faşist devletin Kürt halkına yönelik saldırısının şiddeti ve kapsamı önemli bir etkendir. Faşist devlet en iyi bildiği şeyi yapmakta, geçmişte Kürt köylerine yönelik gerçekleştirdiği yakma, boşaltma saldırısını bu kez ilçe merkezlerine, şehirlere taşımış durumdadır. Bu açıdan “90’lara mı dönüyoruz” tartışması anlamsızdır! Devlet politikasında süreklilik vardır! Amaç Kürde boyun eğdirmek, eğdiremiyorsa katletmektir. Mesele hakim sınıfların ve özellikle de T. Erdoğan ve AKP kliğinin “seçim çalışması”ndan öte bir kez daha, ezilen bağımlı Kürt ulusunun en temel haklarının, özgürce siyaset yapma ve kendi kendini yönetme taleplerinin faşist terörle bastırılması olarak ortaya çıkmaktadır.

Varto’da çırılçıplak soyularak teşhir edilen öldürülmüş kadın gerillanın görüntüleri, hemen ardından sokağa çıkma yasağı ilan edilerek abluka altına alınan ve faşist kolluk güçlerinin her türlü vahşeti gerçekleştirmesine izin verilen Varto, Lice, Silvan, Cizre, Nusaybin’de, Şemdinli’de, Gever’de, Amed Sur’da vb. yaşananlar; özellikle de Şırnak’ta infaz edilip, bedeni bir polis aracıyla çekilerek sürüklenen bir Kürt gencinin ölüsüne yapılanlar ve yine 4 Kürt gencinin Bismil’de infaz edilip bedenlerine işkence edilmesi vb. vb uygulamalar yaşanan faşist saldırganlıkta T. Erdoğan ve AKP kliğinin ne kadar gözünü kararttığını göstermektedir.

T. Erdoğan ve AKP kliği, ele geçirdiği devlet iktidarını kaybetmemek, olası bir koalisyona izin vermemek için Kürt sorununda klasik devlet politikasını devreye sokmuş durumdadır. Çözüm süreci adı altındaki aldatmaca buzdolabına kaldırılmıştır. 1 Kasım seçimlerinde T. Erdoğan ve AKP kliği açısından başarı sağlanırsa yeniden gündeme sokulacaktır.

Yaşanan faşist saldırganlığın öncekilerden tek farkı gizlemek saklamak için bir çaba harcanmaması ve hatta propaganda edilmesidir. Faşist saldırganlık, binlerce insanın yaşadığı mahalleleri abluka altına alarak işkenceler, infazlar, gözaltı ve tutuklamalar eşliğinde açıktan açığa yapılmaktadır. Böylelikle faşist devlet, daha özel olarak da T. Erdoğan ve AKP kliği Kürtlere, “bana biat etmezseniz”, “beni seçmezseniz” sonunuz böyle olur demektedir. Faşist devlet başta Kürt halkı olmak üzere, tüm topluma şantaj yapmaktadır!

Kabul etmek gerekir ki T. Erdoğan ve AKP kliği, Kürt sorununda da, diğer hakim sınıf partilerinden daha iyi bir pratik sergilemiştir! Önce “ümmet kardeşliği” söylemi, arkasından “çözüm süreci” yalanı, başta Kürt halkı olmak üzere geniş kitlelerde bir beklenti yaratmıştır. Bunda Kürt Ulusal Hareketi’nin T. Erdoğan ve AKP’den çözüm bekleme tavrı da etkili olmuştur. Ancak gelinen aşamada yaşanan sürecin Ulusal Hareket açısından bir netleşmeyi de sağladığı söylenebilir. Artık çözüm için T. Erdoğan ve AKP faşist kliğinin, Kemalist faşizme tercih edilebilme ihtimali ortadan kalkmıştır. T. Erdoğan ve AKP, devletin geleneksel faşist politikasını uygulamada farklı olmadığını kanıtlamıştır. Kürt hareketi barışacaksa faşizmle barışacaktır. Faşist devletle müzakere masasına oturacaktır. Bu yaşananlardan sonra, muhatabın kim olduğu önemli değildir. Ya da muhatap doğrudan TC devletidir!

1 Kasım seçimlerinde HDP’yi destekleme tavrı sadece seçimlerde oy vermek olarak algılanmamalıdır. Kürt ulusuna yönelik sadece dayanışma içinde olmak yeterli değildir. Aynı zamanda faşist saldırganlığa karşı set olmak, direniş içinde bulunmak gerekir. Bulunduğumuz her alanda güçlerimizin bu gündemle harekete geçmesi, seçim çalışmalarını esas olarak bu faşist saldırıya karşı, şovenizmin kırılmasına hizmet edecek tarzda ele almak ve mutlaka ama mutlaka eylemsellik içinde olmak gerekir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu