GüncelMakaleler

Lubunyalara Dönük Saldırılarda Dünyada Genel Durum Pembe Balon Patlıyor!

"Özneyi dinlemek adına politika üretmekten kaçınan anlayışlarla ideolojik-politik mücadele yürütmek oldukça elzem bir yerde durmaktadır. LGBTİ+ kitleleri özneyi dinlemek adına kendiliğindenciliğe terk etmekle kitlelere üstten yaklaşmak arasında esasen niteliksel olarak bir fark yoktur"

Faşizm tüm dünyada her geçen gün daha da güçlenirken lubunyalar hedef tahtasına oturtulmaya devam ediyor. Birçoğumuzun aklına gelen “21. yy.’da neden hala LGBTİ+fobi?” sorusunun cevabı burada bir yerde, bu sistemin özünde yatıyor.

Emperyalist-kapitalist sistem yaşadığı krizin bedelini kitlelere ödetirken, kitleleri onun ihtiyacına uygun aile ve toplum yapısına dönmeye zorluyor. Ve Ortadoğu’da da olduğu gibi gerici ve işbirlikçi devletlerde bu saldırıyı ilk ve en ağır olarak kadınlar ve lubunyalar alıyor.

LGBT Propagandasına Dur” ya da “Büyük Aile Yürüyüşü” gibi açıktan nefret suçu işleyen etkinlikler sadece Türkiye veya Ortadoğu’ya özgün değil elbette. Polonya, Sırbistan vb. Doğu Avrupa ülkelerinin yanında ABD, Almanya vb. emperyalist ülkelerde de LGBTİ+fobi “düşünce özgürlüğü” kisvesi altında destekleniyor.

Bu tür etkinliklerin ortak noktası ise “çocuklarımız LGBT olmaya zorlanıyor, kuir düşünce trans olmayan insanları mağdur ediyor, kutsal aile, toplumsal değerler, kültürel yapı vb.” bir dizi argüman. Bu argümanlara yakından baktığımızda neden bu kadar “kıymetli”, “hassas” ve “vazgeçilmez” olduklarını görüyoruz. Mevcut sömürü sistemini koruyan “değerler”…

ABD son yıllarda artan LGBTİ+fobinin merkezlerinden birisi. Florida, Teksas gibi eyaletlerde ardı ardına çıkarılan yasalar diğer eyaletlere de yayılmaya devam ediyor. Bu yasalar, liberaller tarafından “sağ, merkez sağ” gibi isimlerle tanımlanarak mevcut gerçeklikleri yumuşatılan faşist partilerin yoğun çabası ile çıkarılıyor. Buralarda çıkarılan yasalar ise Türkiye’dekine benzer şekilde “Eşcinsel Deme”, “Çocukların Sürüklenmesini Önleyici Yasa” gibi isimler alıyor.

Teksas’ta pandemi sürecinde evlerinden çıkamayan halka moral ve motivasyon için gösterilerini sokağa taşıyan performans sanatçısı drag queen[1] Brigitte Bandit “Neyin doğru ve düzgün olduğuna dair tek bir fikirleri var ve bu fikir çok beyaz, Hristiyan, na-trans, hetero fikirlere dayanıyor ve çok fazla şiddet ve zarara neden oluyor ve gerçek sorunları ve gerçek avcıları – çocuklara zarar veren gerçek insanları – görmezden geliyorsunuz.”[2] diyerek çıkarılan bu yasaların neye ve kime hizmet ettiğini ortaya koyuyor. Yine 2024’te gerçekleştirilecek seçimlerde de aday olan isimler adeta lubunya karşıtlığında birbirleriyle yarışıyorlar. Lubunya haklarını savunan adayların sayısının ise önceki seçimlere oranla yarı yarıya düştüğü görülüyor.

İskandinav ülkelerinde çeşitli yasal haklar uzun yıllardır kazanılmış olsa da başta trans+lar olmak üzere LGBTİ+ toplumunun bir bütün güncel ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzaktalar. Özellikle söz konusu trans+lar olduğunda cinsiyet uyum süreçlerinde ve sonrasında yaşamın ne kadar zorlaştırıldığını ortaya koyan birçok araştırma görüyoruz. Bunların son örneği ise “Danimarka’da Trans Kimlik, İntihar Girişimleri ve Ölümler” başlığı ile Ulusal Biyoteknoloji Bilgi Merkezi tarafından yapılan anket çalışması. Bu çalışma, 1980 ile 2021 yılları arasını kapsıyor ve ortaya koyuyor ki, trans+lar arasındaki intihar oranına-translara oranla 7.7 kat daha fazla.

Yine Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerinde bir taraftan “LGBTQ+ dostu” izlenimi çizilirken diğer tarafta ise başta göçmen lubunyalar olmak üzere karşı karşıya gelinen saldırı ve hak gasplarında polisi inandırmak, durumu mahkemeye taşımak, bu davalardan sonuç almak oldukça zor. Yasal olarak tanınan bütün bu hakların pratikte kullanılabilmesi zor olduğu için lubunyaların çoğu karşılaştıkları saldırı ve hak gasplarını bildirmiyor. Lubunyalara kendilerini suçlu ve günahkâr hissettirerek heteroseksüel ve na-trans performanslar içinde yaşamlarını sürdürmelerini dayatan “Geri dönüşüm terapileri” ise farklı isimlerle sözde bilimsel çalışmalar adıyla üniversitelerde sempozyumlar şeklinde örgütleniyor. Kendi ülkesindeki LGBTİ+fobik saldırılar ve savaşlar nedeniyle göç etmek zorunda kalan sığınmacı ve mülteci LGBTİ+ların ise başvurularının reddedildiği, Rusya ve İran gibi ülkelere iade edildikleri sıkça görülüyor. Bu ülkelerde son yıllarda artan LGBTİ+fobik saldırılar ise çoğu zaman yükselen faşizme değil artan göçe bağlanarak yabancı düşmanlığı ve ırkçılık körükleniyor. Göçmenler hedef tahtasına oturtularak hedef şaşırtılmaya çalışılıyor.

Sırbistan, Macaristan, Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde de son yıllarda lubunya karşıtlığı yine ve yeniden körükleniyor. Bu ülkelerde uzun yıllar yürütülen LGBTİ+ karşıtı politikalar nedeniyle lubunyalar için yaşam zaten oldukça zordu. Son 20 yıl içerisinde bazı kazanımlar elde edilirken “Avrupa Birliği Uyum Yasaları” gibi süreçler LGBTİ+ aktivistleri tarafından başarılı biçimde kullanılmıştı. Ancak zamanla bir kez daha ortaya çıktı ki, Avrupa Birliği gibi emperyalist birliklerin tek derdi esasta bu ülkelerdeki zenginlikleri kullanmak ve Avrupa demokrasisi aslında koca, pembe bir balon.

Örneğin Polonya’daki kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalara yönelik dişe dokunur hiçbir yaptırım uygulanmadı. Yasal olarak lubunyaların bazı hakları tanınsa bile bu haklardan faydalanmak pratikte imkânsız. Macaristan’da 2020’de çıkarılan bir yasa ile cinsiyetin yasal olarak değiştirilmesi yasaklanırken 13 yıldır iktidarda bulunan mevcut hükümet, bu yılın başlarında da eşcinsel ebeveynlerin ihbar edilmesini öngören bir yasa çıkardı. Mevcut Macaristan anayasası, evliliğin tanımını “bir erkek ile bir kadın arasındaki” bir kurum olarak tanımlayıp korurken “anne kadın, baba erkektir” ifadesini de ekliyor. Buna rağmen birlikte yaşayan eşcinsel çiftleri tehdit etmek, bir şekilde çocuk sahibi olmuş olan eşcinselleri ebeveynlik haklarından mahrum bırakabilmek için adımlarını hızlandırıyorlar.

Sırbistan’da art arda 11. kez düzenlenen ve bu yıl 9 Eylül Cumartesi günü gerçekleşen Onur Yürüyüşü, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in iktidarda olduğu sürece eşcinsel evliliğe veya birlikteliğe izin veren bir yasayı onaylamayacağını söylemesinin ardından gerçekleşti. 2022’de de Vučić, yürüyüşü süresiz olarak erteleme veya tamamen yasaklama tehdidinde bulunsa da binlerce lubunyanın katılımı ile Onur Yürüyüşü gerçekleştirilmişti.

 

Devlet eliyle işlenen suçlara karşı elverişli bir maske: LGBTİ+fobi

Uzun yıllardır emperyalistlerin sömürgeleri olan ve ardı ardına askeri darbelerle sarsılan Afrika ülkelerinde de durum, lubunyalar için her geçen gün daha da korkutucu seviyeye geliyor. Mayıs ayında Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni “Eşcinsellik Karşıtı Yasa”yı imzalayarak yasalaştırdı. Bu yasa “Eşcinselliğin teşvik edilmesi” de dahil olmak üzere birçok muğlak ifade ile eşcinsel davranışları suç sayıyor.

Emperyalistlerin doğal zenginliklerini ve iş gücünü sömürmek için yarıştıkları Afrika’da lubunyalara yönelik saldırılar gerici hükümetlerin ve askeri cuntaların yolsuzluklarını ve suçlarını örtmek için kullandıkları elverişli bir maske. Geçtiğimiz Ağustos ayının son günlerinde Nijerya’daki kolluk kuvvetleri, Delta eyaletinin Ekpan kasabasında eşcinsel bir düğünü kutladıklarına inanılan en az 67 kişiyi tutukladı. Yine eşcinselliğin yasa dışı olduğu Cezayir’de kolluk gökkuşağına karşı kolları sıvamış durumda.

Başlattıkları bir kampanya ile yedi renkten oluşan gökkuşağı ile altı renkten oluşan gökkuşağı Onur Bayrağı arasındaki fark hakkında bilgilerin de yer aldığı bir broşür bastıran Cezayir hükümeti, kolluk güçleri üzerinden LGBTİ+fobik broşürün dağıtımını örgütlüyor. Üzerinde “Ben bir Müslümanım ve bu bayraklar ve semboller beni temsil etmiyor” yazan bu broşürün dağıtıldığı görüntüler ise kampanya materyali olarak sosyal medyada paylaşılıyor. Eşcinselliğin 15 yıla kadar hapisle cezalandırıldığı Etiyopya’da ise kolluk ihbarları kullanarak insanların “iğrenç eşcinsel seks” yaptığı otellere, barlara ve diğer eğlence mekanlarına baskın düzenliyor. Başkent Addis Ababa polisinin, “eşcinsel eylemlerde bulunduğundan şüphelenilen kurumları çökertmek için” şehrin Barış ve Güvenlik İdaresi Ofisi ile birlikte çalıştığı bildiriliyor.

Yine bu yılın başlarında Kenya’da tanınan bir LGBTİ+ aktivisti olan Edwin Chiloba vahşice katledilerek bedeni yol kenarına atılmıştı. Chiloba, Afrika’da katledilen yüzlerce lubunyadan sadece birisi. Ünlü bir model ve yazılım uzmanı ve LGBTİ+ aktivisti olduğu için adı duyuldu. Cinayetten yalnızca birkaç ay sonra Kenya hükümeti “LGBT’leri Kenya’dan tamamen kovmak için” bir yasa tasarısı hazırladığını duyurdu.

Tüm dünyada olduğu gibi Afrika’da artan LGBTİ+ karşıtı bu politikalar emperyalistlerin pinkwashing[3] için kullandıkları bir malzemeye dönüşüyor. Ancak esasta sömürgeci politikaların yarattığı çelişkiler nedeniyle Afrika’da LGBTİ+fobi her geçen gün körükleniyor. İlk LGBTİ+ karşıtı yasalar ise Uganda örneğinde görüldüğü gibi sömürgeci devletler tarafından çıkarıldı ve uygulandı. 20 yıldır Birleşik Krallık’ta yaşayan Ugandalı aktivist Abbey Kiwanuka, Britanya’nın ülkeyi sömürgeleştirdiğinde “yaşam tarzını Uganda’ya tanıttığını” ve arkasında bıraktığı karışıklığı hiçbir zaman düzeltmeye çalışmadığını söylüyor.[4] Gerici ve faşist devletler LGBTİ+fobi etrafında birleşirken emperyalist politikalar yalnızca ve yalnızca kendi çıkarlarına hizmet ediyor.

 

Kimse için güvenli olmayan bir yer

1917’de dönemine göre oldukça ilerici bir adım atılarak Sovyetler Birliği’nde eşcinsellik suç olmaktan çıkarılsa da 1936’da geri adım atılmıştı. Henüz toplumsal olarak bir LGBTİ+ hareketinden bahsetmenin imkânsız olduğu bu dönemde ileriye doğru atılan bir adımın korunamaması bugün eski Sovyet ülkelerinde ağır sonuçlara neden olmaktadır. Başta Rusya olmak üzere birçok eski Sovyet ülkesinde eşcinsellik hala suç olarak kabul ediliyor.

Bu ülkelerde eşcinselliğin suç olarak kabulünün yanında devlet, paramiliter güçler eliyle yoğun bir “LGBTİ+ avı” yürütüyor. LGBTİ+ların birbirleriyle tanıştığı çeşitli sosyal medya uygulamaları veya mekanlarda, çeteler ve gizli polis üzerinden yürütülen bu operasyonlarda onlarca genç lubunya resmi ya da gayri resmi biçimlerde tutuklanıyor, işkence görüyor ve bunların bazıları da katlediliyor. Ancak bu lubunyaların akıbetlerini soracak bir mekanizmanın oluşturulması bile engelleniyor. Rusya, lubunyalar konusunda tıpkı faşist TC devletinin yaptığı gibi kitlelerin gericiliğini kışkırtacak ve onları manipüle edecek kamu spotları yaparak sık sık devlet televizyonlarında yayınlıyor.

Çeçenistan bu korkunç “avın” en acımasız yaşandığı yerlerden birisi. 2020 yılında Çeçenistan’da polis tarafından tutuklanan Salman Mukaev gözaltında ağır işkenceler gördü. Na-trans heteroseksüel bir erkek olmasına rağmen eşcinsel olduğu iddiası ile tutuklanan Mukaev, bir hafta boyunca bağlı tutuldu. Elektrikle işkence de dahil birçok işkenceye maruz kaldı ve bir erkek arkadaşıyla cinsel ilişkisi olduğu iddia edilerek bunu itiraf etmesi için zorlandı. Eğer polisle iş birliği yapmazsa yetkililerin kendisini yasadışı mühimmat depolamak gibi uydurma suçlamalarla suçlayacağı tehdidi altında boş kağıtlar imzalatıldı. Mukaev’e eşcinsel erkeklerle internette buluşması ve onları yetkililer tarafından alıkonulacakları özel bir daireye çekmesi için ajanlık baskısı yapıldı. Mukaev, gözaltından çıktıktan sonra Ermenistan’a kaçtı. Ancak şimdi burada da Rusya’ya iade edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Mukaev’in başına gelen basına yansıyabilen çok az sayıda olaydan yalnızca birisi.

 

Düşmanların ortak değeri: Kafkasya’da nefret

Kafkasya yıllardır bir şekilde etnik ve dini savaşların gündemde olduğu bir bölge. Rusya emperyalizminin bölgedeki etkisi ve ABD emperyalizminin bölgeye girme çabalarının sonucunda birçok çatışma yaşanıyor. Son olarak Azerbaycan’ın Türkiye desteği ile Karabağ’ı işgal etme saldırılarının sürdüğü bölgede tansiyon yükselmeye devam ediyor. Bu yazı yazıldığı sırada Azerbaycan Ermenistan’ın Stepanakert şehrine yönelik ağır silahlarla bir işgal saldırısı başlatmıştı. Bu saldırılar sırasında LGBTİ+fobinin gözle görülür biçimde arttığı gözlemleniyor. Heteroseksizmin körüklendiği ve adeta “erkeklik yarışına” girildiği böylesi süreçlerde lubunyalar için güvencesiz olan yaşam koşulları daha da güvencesiz hale geliyor.

Gürcistan 2000 yılında, Azerbaycan 2001 yılında, Ermenistan 2002 yılında eşcinselliği yasal olarak suç olmaktan çıkardı. Ancak o günden bugüne lubunyaların yaşam koşullarında gözle görülür bir değişiklik yaşanmadı. LGBTİ+fobik saldırıların dışında ardı ardına bölgeden intihar haberleri gelmeye devam ediyor. Farklı dönemlerde birbiriyle savaşan bu devletlerin ortaklaştığı konu da eşcinselliği suç saymasalar da lubunyaları koruyacak herhangi bir mekanizma oluşturulmasında ayak diremek ve toplumsal nefreti körüklemek oluyor.

 

Emperyalist paylaşımın ortasında anti-emperyalizm değil lubunyaların kırımı

Faşistlerin genel bir söylemi olarak “Eşcinselliğin yayılması, LGBT’lerin çoğalması, kuirler nedeniyle bir ırkın sonunun gelmesi” korkusu körüklenmeye devam ediyor. Son süreçte Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere bakıldığında sanki Lübnan’da, Ürdün’de, Irak’ta LGBTİ+ kitleler binlerce kişiyle örgütleniyor ve hareket dini ve ailevi değerleri tehdit edecek boyuta geliyor gibi bir manipülasyon yaratılarak saldırıların artırıldığını görüyoruz.

Lübnan’ın başkenti Beyrut her ne kadar “Ortadoğu’nun Berlin’i” gibi bir ifadeyle anılarak lubunyalar için görece elverişli bir yaşam alanı olduğu ifade edilse de bunun bazı gettolardan ibaret olduğunu ve Lübnan’da LGBTİ+ karşıtı yasanın yürürlükte olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz 23 Ağustos’ta, kendilerini “Allah’ın Askerleri” (Jnoud El-Rab) tanımlayan erkekler, Beyrut’un Mar Mikhael bölgesindeki LGBTİ+ dostu bir mekân olan Madame Om’a saldırdı. Jnoud El-Rab isimli kökten dinci Hıristiyan bu grup “Lübnan’ın ahlaki koruyucuları” olduklarını iddia ediyor. Drag bir performans sırasında gerçekleştirdikleri saldırıyı ise mekânın “eşcinselliği teşvik ettiğini” iddia ederek meşrulaştırmaya çalıştı.

Düzenlenen saldırının ardından Müslüman bir grup olan Dar al-Fatwa’dan Şeyh Hassan Merheb sosyal medya üzerinden şunları söyledi “Bir süre önce Beyrut sokaklarından birinde cinsel sapkınlık partisini yasaklayarak yaptıklarından dolayı Allah’ın Askerleri’nin adamlarına kalpten bir selam.” Bundan önce de, Temmuz ayında Şii İslamcı Hizbullah’ın genel sekreteri Hasan Nasrallah, “Batı düzeni eşcinsellik gibi bazı şeyleri teşvik ederek Arap toplumlarını yok etmek için çalışıyor” diyerek emperyalizme karşı mücadeleyi LGBTİ+ karşıtı mücadeleye dönüştürmeye çalışmıştı. Lubunya düşmanlığının bu gruplardan birisinin eliyle körüklenmesi ile diğerleri de gericilik etrafında hızla birleşiyor.

Yine son birkaç yıldır özellikle Irak özelinde yükselen bir LGBTİ+ karşıtı dalgadan bahsetmek gerekiyor. Emperyalistlerin ve bölge gericilerinin Irak toprakları üzerinde oynadıkları oyunlardan en çok etkilenen gruplardan birisi lubunyalar. Burada da “anti-emperyalizm” adına sıkça LGBTİ+ karşıtı söylemler uzun yıllardır gündeme geliyordu. Geçtiğimiz yıllarda açılmaya çalışılan bir LGBTİ+ derneği batılı emperyalistlerce fonlandığı ve eşcinselliği teşvik ettiği gerekçesiyle kapatılmış aktivistleri gözaltında işkenceye ve tecavüze uğramıştı. Bunun ardından gökkuşağı bayraklarının yakıldığı birçok eylemin görüntüsü de sosyal medyaya yansımıştı. LGBTİ+lar için birçok muğlak ifade içeren bir başka yasa tasarısı da Irak’ta onaylandı. “Eşcinsel faaliyette bulunanlar için idam cezası” da dahil farklı cezaların yer aldığı bu yasa öncesinde de “toplumsal cinsiyet” terimi yasaklanmıştı.

Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan gibi bölgede emperyalizmin en büyük işbirlikçisi konumundaki devletlerde de durum Irak ve Lübnan’dan farklı değil. Yozlaşmış yaşamlarını, sömürünün boyutlarını ve bir avuç zenginin çıkarları için üretilen politikalarının yarattığı emperyalist tahribatı gizlemek ve saltanatlarını devam ettirebilmek için her fırsatta lubunyalara karşı saldırının dozunu artırıyorlar.

 

Yeryüzünde bir fitne merkezi: İran

İran rejimi, son yıllarda “Jin, Jiyan, Azadî” şiarı ile yapılan eylemlerle sarsılıyor. Jina Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından başlayan eylemler sürerken İran rejimi sarsılan iktidarını bildik bir yöntemle yeniden sağlamlaştırmaya çalışıyor; “Yeryüzünde fitne çıkarmak”.

İran’da eşcinseller uzun yıllardır idam da dahil olmak üzere birçok farklı biçimde cezalandırılıyor. Bu nedenle binlerce lubunya iltica etmek zorunda kaldı ve kalıyor. Kadınların yaşam hakkı ve özgürlük için kitleler şeklinde sokakları doldurdukları son ayaklanmalarda lubunyalar da aktif biçimde yerlerini alsalar da görünürlük konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Geçtiğimiz yıl Eylül ayında Batı Azerbaycan bölgesinin en büyük şehri Urmiye’deki bir mahkeme LGBTİ+ haklarını savunan 31 yaşındaki Zahra Seddiqi Hamedani ve 24 yaşındaki Elham Choubdar’ı “yeryüzünde fitne çıkarmaktan” suçlu buldu. Uzun uğraşlar sonucunda tahliyeleri sağlanan aktivistler idamdan kurtulmuş olsalar da rejimin sistematik tacizlerinden kurtulamadılar.

“Jin, Jiyan, Azadî” eylemlerinin başladığı günden bu yana birçok “kız okulu”nda toplu zehirlenmelerin yaşandığı, gözaltıların ve baskınların yapıldığı biliniyor. Yine bu yıl Amini’nin ailesinin bir anma etkinliği örgütlemesine dair yoğun güvenlik önlemleri alınmış ve Amini için farklı şehirlerde düzenlenen anma eylemlerinde 700’ü aşkın kişi gözaltına alınmıştı. Bu süreç boyunca cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği nedeniyle gözaltına alınan kaç LGBTİ+nın olduğu ve bunların kaçından yeniden haber alınabildiği ise meçhul.

 

Yerli ve milli nefret

TC devleti kurulduğu günden bu yana işçi sınıfı, köylüler, kadınlar, lubunyalar, farklı uluslar ve inançlar açısından hiçbir zaman güvenli bir ülke olmadı. Tarihi boyunca Müslüman Türk burjuvazisinin güçlendirilmesinin en önemli aygıtlarından birisi oldu. Yaşadığı krizleri katliam ve askeri darbelerle çözdü. 2000’li yıllar itibariyle ise siyasal İslamcıların devlet içindeki gücünü artırmasıyla farklı görünen ama pek de yeni olmayan bir yola girdi.

AKP hükümeti, başa geldiğinden bu yana yolsuzluklarını artırarak devam ediyor. 2010’da gerçekleştirilen Anayasa Değişikliği Referandumu’nun ardından gücüne güç katarak yoluna devam etti. Yolsuzlukları çuvala sığmayınca da faşist ittifakını geliştirme yolunu seçti ve bunu yaparken hedefe başta kadınların ve lubunyaların kazanılmış hakları olmak üzere çeşitli hak gasplarını koydu.

Lubunyalar, TC tarihi boyunca -tıpkı diğer gerici devletlerde olduğu gibi- devletin “toplumu yozlaşmış unsurlardan temizliyoruz” propagandasının ilk hedefi oldu. Askeri darbelerin ardından yaşanan sahne yasakları, transların işkence ile gözaltına alınıp trenlerle şehir dışına atılmaları, HIV/AIDS gündem olduğunda eşcinsel ilişkinin hedefe oturtulması gibi birçok örnek yaşandı. Ülker Sokak, Esat-Eryaman, Avcılar MEİS Sitesi, Bornova Sokak olaylarında olduğu gibi lubunyalar çok kez rant kavgasına yem edildi.

Ancak son yıllarda bu saldırılar dozunu artırdı. İçeride ve dışarıda çoklu krizler yaşayan TC devleti ve onun bugünkü temsilcisi AKP ve Erdoğan hükümeti halkı sürükledikleri yoksulluğa maske olarak “yerli ve milli değerlere aykırı” bulduğu lubunyalara yönelik saldırılarını artırmaya devam ediyor. Hali hazırda TC devleti yasalarında eşcinsel ya da trans olmak suç sayılmasa da lubunyalar üzerindeki baskılar devlet-polis-çete iş birliğiyle artırılıyor. 2013’te Gezi İsyanı’nda lubunyaların en ön saflarda yer almasının ardından bir nevi bir intikam planının da bir parçası olarak 2014’teki Trans Onur Yürüyüşü’ne saldırı gerçekleşti. Ardından ise LGBTİ+ Onur Yürüyüşü ve 17 Mayıs Homofobi, Transfobi, Bifobi Karşıtı Yürüyüş de dahil olmak üzere birçok eylem ve etkinlik valilik kararlarıyla yasaklandı.

Dinci-gerici çeteler, Ankara’dan başlayarak ülkenin çeşitli yerlerindeki sokaklara nefret afişleri astı. LGBTİ+ dernekleri kapatılma tehditleri ile karşı karşıya kaldı. Kıvılcım Arat gibi, LGBTİ+ hareketinin tanınmış aktivistleri sokak ortasında ya da evlerinde oturdukları sıralarda saldırılara uğradı. Birçok LGBTİ+ aktivisti iltica etmek zorunda bırakıldı. Birçok trans seks işçisi katledilirken bir kısmı da polisle ilişkili çeteler tarafından ve toplumsal tecrit nedeniyle intihara zorlandı. Son olarak Boğaziçi Direnişi sırasında Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü, kayyum Melih Bulu tarafından kapatıldı. Bütün bunlar yaşanırken “dini değerlere hakaret” gibi bilindik gerekçeler kullanıldı. Aynı dönemde hükümet kadınların ve lubunyaların kazanılmış hakkı olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. Böylece T.C. anayasasında henüz tanınmamış olan lubunyaların en önemli kazanımlarından birisi gasp edilmiş oldu.

Ancak hem AKP’ye hem de ortaklarına mevcut hak gaspları ve saldırılar yetmedi. Bütün bu saldırılara rağmen bir kez dolabından çıkmış ve sokakları kuşatmış LGBTİ+ları dolaplarına döndürmek mümkün olmadı. Yıllarca yürütülen LGBTİ+ aktivizmi kendinden ibaret kalmamış ilişkide olduğu, ısrarla ilişki geliştirmeye çalıştığı devrimci-demokrat birçok kurumu ve örgütü etkilemişti. Yükselen faşizm karşısında ezilenlerin birliği en tehlikeli şey olmaya devam ederken yeni bir çözüm üretmek gerekiyordu. Bu gereklilik faşizmin korumakla münferit olduğu yerli ve milli sermaye tekelleri ve çete grupları için hayati önem taşımaktaydı. Zenginler bir taraftan daha da zenginleşirken orta sınıf gün geçtikçe eriyor, işçi sınıfı ve yoksullar daha da yoksullaşıyordu. Bütün bunlar yaşanırken elbette yolsuzluk, rüşvet, tecavüzler, cinayetler, mafyaların hesaplaşmaları vb. de yaygınlaşıyordu. Kitlelerin dikkatini sadece Kürt-Ermeni-Alevi düşmanlığı, ataerkil gericilik ile dağıtmak asla ama yeterli gelmediğinde ise devreye “Büyük Aile Yürüyüşleri” girmiş oldu.

AKP ve şürekâsının şüphesiz en başından beri istediği toplumsal yapıda LGBTİ+lara yer yoktu. Ancak egemenler ezilenlere karşı politikalar geliştirirken bunu sermayenin ve çetelerinin ihtiyaçları doğrultusunda örgütlerler. Bu da bize 2002’deki “demokrat Erdoğan” ile bugünkü Erdoğan arasındaki farkı açıklamaktadır. Aslında Erdoğan’ın, AKP’nin ve TC’nin özünde büyük bir değişiklik yaşanmadı. Yalnızca söylenmiş her söz, üretilmiş her politika iktidarın bekası ve sermaye içindir. Lubunyalara dönük bu saldırılar artarken yaşam koşulları zaten oldukça zorlu olan birçok lubunya için yaşam daha da çekilmez hale gelmektedir. LGBTİ+ kitlelerin devrime olan ihtiyacı da faşizmin yükselişiyle paralel artmaktadır.

Faşizmin son saldırıları arasında voleybolcu Ebrar Karakurt’un hedef tahtasına oturtulması, Mabel Matiz, Gülşen ve Melike Şahin’e dönük saldırılar yer almaktadır. Görünür LGBTİ+ları ve LGBTİ+lara açıktan destek veren ünlü isimleri hedef alan mevcut iktidar adım adım eşcinsellere ve translara dönük yasal yaptırımların yolunu örmektedir. “Büyük Aile Yürüyüşü” ve “LGBT Propagandasına Dur” gibi eylem ve propagandalar münferit olaylar değildir. Bütün bu safsatalarla gericiliği kışkırtmakta ve kendi meşru zeminini yaratmaktadır. Faşizmin en büyük silahlarından birisi popülizmdir. Dizi, film, kitap, etkinlik, çay içme[5] yasaklarından klipleri yayından kaldırtmaya, lubunyalara dönük nefret saldırılarına cezasızlıktan kazanımların gaspına ürettikleri bu gerici propaganda popülizme dahildir.

 

Her nerde direniyor ya da diretiyorsanız![6]

Faşizmin saldırıları karşısında şüphesiz kitleler sessiz kalmamakta, bıçak kemiğe dayandığında sokakları doldurmakta ve direnişe geçmektedir. Faşizmin bu saldırıları yaşanırken devrimci ve demokratlar arasındaki görüş ayrılıkları da elbette pratiğe yansımaktadır. Bugün hala LGBTİ+ları kapitalizmin vs. hastalığı ya da yozlaşma gibi gören ve gösteren kişi, kurum ve örgütlerin faşizmin tarafında olduğunu bir kez daha ilan etmeye gerek yok. Bunların dışında lubunyaların tarafında yer alıyormuş gibi yapan, bu konuda gerekli cüreti göstermeyen, sözü pratiğinden daha çok olanların çıkarcı yaklaşımları da LGBTİ+ kitleler gözünde her geçen gün teşhir olmaktadır. Yine CHP gibi sözde demokrat ancak Kemalist faşizmin temsilcisi ve TC’nin bekasının garantisi ulusalcıların da yeri elbette tarihin çöplüğü olacaktır.

Burada iş gerçekten devrim ve demokrasi gibi bir derdi olanlara düşmektedir.

Özneyi dinlemek adına politika üretmekten kaçınan anlayışlarla ideolojik-politik mücadele yürütmek oldukça elzem bir yerde durmaktadır. LGBTİ+ kitleleri özneyi dinlemek adına kendiliğindenciliğe terk etmekle kitlelere üstten yaklaşmak arasında esasen niteliksel olarak bir fark yoktur. LGBTİ+ politikaları üretmek yalnızca LGBTİ+ örgütlenmelerinin görevi değildir. Bu görev devrimci ve demokratların da görevidir. Hatta bugün gelinen boyutuyla çok daha geniş biçimde faşizm karşısında olduğunu iddia eden herkesin görevidir. Bu yapılırken elbette özneyi yani lubunyaları dinlemek, anlamak gereklidir. Lubunya kitlelerini kazanmak için heteroseksizme karşı verilen mücadelenin anti-faşist mücadele olduğunun propagandasını yapmak, LGBTİ+lar arasında ajitasyon çalışması yürütmek ülkemiz koşullarında tek başına yeterli olmamaktadır. Başta LGBTİ+ aktivistlerinin bir bölümü olmak üzere genel olarak lubunyalar üzerinde ciddi bir güven sorunu bulunmaktadır. Devrimci ve demokratlara duyulan bu güven sorununun bir kısmını karşı devrimci propaganda oluştururken diğer kısmını ise bugüne kadar üretilmeyen pratikler, atılmayan adımlar, ayak direnen yerler ve faydacı-çıkarcı yaklaşımlar oluşturmaktadır.

Bilincimiz pratiklerimize de yansımaktadır. Faşizmin sertleştiği koşullarda ya da başkaca politik gündemler hayatımızı işgal ettiğinde nelerden vazgeçip nelerden vazgeçmeyeceğimiz de heteroseksizme karşı mücadelede geliştireceğimiz bilince bağlıdır. Dünyada artan LGBTİ+ karşıtlığına dair görevlerimiz artmaya devam ederken son sözü Marks’a bırakalım:

“Koşulların değiştirilmesine ve eğitime ilişkin materyalist öğreti, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur… Koşulların değiştirilmesi ile insan etkinliğinin ya da insanın kendisinin değiştirilmesinin örtüşmesi, ancak devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal olarak anlaşılabilir” (K. Marks, Feuerbach Üzerine Tezler)

 

1- Kadınların sahneye çıkamadığı dönemlerde erkeklerin kadın kılığına girerek kadın performansı sergilemesine verilen isim. Günümüzde ise sanatçının farklı bir karakteri canlandırırken belirli cinsiyet normlarını alt üst ettiği performanslara verilen isim. Ülkemizde en bilinen örneğini “Huysuz Virjin” performansı ile Seyfi Dursunoğlu sergiliyordu.

2- https://www.thepinknews.com/2023/09/09/texas-drag-ban-lawsuit-injunction-brigitte-bandit-extragrams/

3- LGBTİ+ özgürlükçü görünerek çıkar sağlama politikasıdır. Türkçeye “Pembe Boyama” olarak çevrilir.

4- https://www.thepinknews.com/2023/05/03/king-charles-coronation-uganda-lgbtq/

5- Lambdaistanbul LGBTİ+ Dayanışma Derneğinin senelerdir kafelerde yaptığı ‘çay etkinliği’ 2023’te Kadıköy Kaymakamlığı tarafından yasaklandı.

6- Türkiye’li drag queen Florence Konstantina Delight’ın hazırlayıp sunduğu “Salçalı Gündem” isimli programın sloganı

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu