Güncel

YORUM | Depremzede çocuklar için, devletin “istismar, asimilasyon” planı

Bu politika farklı inanç ve kültürleri, farklı etnik yapılardaki çocukları gasp edip devşirip kendine militan olarak yetiştirme pratiğidir.

Kader değil, cinayet planı

6 Şubat günü Maraş merkezli depremlerle başlayan ve bugüne kadar en büyüğü Hatay’da 23 Şubat gecesi yaşanan artçılarla devam eden sürece dair elbette çok fazla söyleyecek söz var. Her bir ayrıntısında devletin, halka düşman yüzü tekrar tekrar ortaya çıkıyor, deprem bölgesinden çekilen her bir karede, acının ötesinde devletin gerçek fotoğrafının parçaları yansıyor.

Yaşanan deprem ve sonrası sürece dair söylenecek her şeyden önce, “doğal afet” diye halka kanıksatılmaya, kadermiş gibi normalleştirilme çabasına karşı çıkmak gerekir. Evet, depremler doğaldır, yeryüzünün binlerce yıllık hareketinin bir parçasıdır. Ancak depremlerin “afete”, yani tüm canlılar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar ortaya çıkartan, normal yaşamı durduran/kesintiye uğratan bir sürece evrilmesi asla “doğal” değildir ve son depremlerde de gördüğümüz gibi on binlerce insanın ve canlının yaşamına mal olan bir gerçek bir sistem sorunudur.

Evet deprem doğal bir gerçekliktir ve insanlardan önce var olduğu gibi, dün, bugün ve muhtemelen insanlık yok olsa dahi dünyanın birçok yerinde gerçekleşmeye devam edecek. Mesele bu depremlere karşı, daha doğrusu depremin yıkıcı etkisine karşı önemlerdir. İmar planını, bina yapım tekniklerini buna göre oluşturmak, ruhsatları ve iskanları buna göre vermek gibi birçok uygulanabilir yöntem, TC tarihi boyunca hiçbir zaman yerine getirilmemiştir. Aksine kentler, yerleşim alanları iktidarı elinde bulunduran bir avuç komprador ve onların gözünü para bürümüş müteahhitlerinin talan ve rant alanı olarak ele alınmaktadır.

Rant, aşırı kâr hırsı, talan ve yağma doğal afet değil, kader değil “delillerin karartılmaya dahi çalışılmadığı” kusurlu bir cinayet planıdır ve bu devlet, bu cinayet planı doğrultusunda binlerce insanı katletmiştir. Üstelik depremden üç gün sonra piyasaya çıkan iktidar sahiplerinin depremi “kader planı” olarak halka sunmasıyla da görülmektedir ki, soğukkanlı bir katil tarafından gerçekleştirilmiştir.

TC’nin tarihsel katliam ve asimilasyon gerçeği

Son yaşanan depremde katledilen her bir canlının katili olmakla yetinmemiş, sonrasında katliamı büyüten ve acılarını derinleştiren onlarca uygulamaya imza atmıştır. Bu uygulamaların her biri bir mücadele konusudur ve acıların yarıştırılması gibi bir durum elbette kabul edilemez. Ancak mesele çocuklar olduğunda, kırmızı çizgilerin en kalınını çekmek gerekir ve buna karşı tepkinin asla “abartı” parantezine alınmadan örgütlenmesi gerekir. Nitekim TC devleti, geleneksel faşist, ırkçı geleneğinin kanlı, asimilasyoncu elini depremzede çocuklara da uzatmıştır ve bu elbette onun açısından yeni bir durum değildir.

Biliyoruz ki, faşist TC’nin kurucu kadroları ırka dayalı bir ulus devleti inşa etme sürecinde, yol göstericileri ve öncülleri olan İttihat ve Terakki’den almış oldukları soykırımcı, katliamcı ve asimilasyoncu geleneği taviz vermeksizin devam ettirmişlerdir. Sözde Cumhuriyetin kurulma aşamasından  başlayarak, Türk ve Müslüman olmayanlar kıyım ve katliamdan geçirilmiş, o katliamlardan sağ kurtulan çocuklar bizzat devletin devşirme politikasıyla zorunlu asimilasyona tabi tutularak Türk ve Müslümanlaştırılmışlardır.

Ermeni, Rum, Süryani… Soykırımı sürecinde, katlettiği ve açlıktan ölüme terk ettiği yüzbinlerce çocuğun dışında, kimsesiz kalmış çocuklar Türk ve Müslümanlaştırılarak, kimliği unutturulmuş ve katili olan devletin hizmetine sokulmuştur. Yine 38 Dersim Tertelesinde özellikle kız çocukları, “ganimet” gibi subaylara, bürokratlara sözde “evlatlık”, gerçekte hizmetçi olarak verilmiş, ailelerinden kopartılarak yatılı okullarda dayakla, cezalarla, işkenceyle anadilleri unutturularak asimilasyona tabi tutulmuştur.

Devlet çocuk istismarının yolunu açıyor, Diyanet ve Aile Bakanlığı “meşrulaştırıyor”

Bugün de devlet, yaşanan depremlerin ardından -her konuda olduğu gibi- adeta krizi fırsata çevirerek sağ salan çocuklara “refakatçısız” diyerek el koyuyor. Birçok kentte bu çocuklar, hastanelerden, enkaz altlarından çıkarılıp devlet ideolojisiyle şekillenmiş cemaat ve tarikatlara teslim ediliyor.

Geçtiğimiz günlerde 60 çocuğun deprem bölgesinden kaçırıldığı ve İstanbul-Beykoz’da tarikatlara ait villalara kapatıldığı öğrenildi. Yine depremde babaları ölen ve Sakarya’ya getirilen dokuz çocuğun anneleriyle birlikte Sakarya’ya getirildiği ve çocukların “annelerinin yanında yer yok” gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olan ancak işletmesi İsmailağa Cemaati’ne yakın Sakarya Erenler İlme Hizmet Vakfı tarafından yürütülen Mekke Mescidi-Hanife Akın Kuran Kursu’na yatılı olarak verildiği ortaya çıktı. Daha onlarca çocuğun faşist devletin dini eğitim sahaları olan İHH gibi sözde insani yardım vakıflarında zorla tutulduğu iddia ediliyor.

Devletin kaçırdığı bu çocukların geleceği ise bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çizilerek önümüze konuyor. Diyanet İşleri Bakanlığı “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” gündemini oluşturarak, evlatlık alınan çocukların mirasçı olma hakkı bulunmadığı söylüyor ve bu şekilde aslında çocukların seçtikleri ailelere “hizmetçi” olarak verildiğini açık ediyor.

Ama kadın ve çocuk düşmanı Diyanet’in bununla yetinmesini de bekleyemezdik zaten. Ki yapılan açıklamada “Evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz” yorumunu da araya sıkıştırarak depremzede çocuklar ile onları evlatlık alan ailelerin evlenmesinin önünde bir engel olmadığını söylüyor. Yani devletin Diyaneti, ailelerin evlat edindikleri çocuklara, “Öz evlat gibi davranmasının” doğru olmadığını ve “Evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığını” açıklıyor.

Ensar Vakfı’nda, İsmailağa Cemaati’nin Hiranur Vakfı’nda yaşanan çocuk istismarlarının hafızalardan silinmesi için dahi bekleyemeyen devlet, kendi elleriyle çocuk istismarının kapılarını bir kez daha ardına kadar açıyor. Ve Diyanet üzerinden de “dini meşruluk” kazandırıyor.

Diyanet’i temize çekmek de yukarıda örneklerde olduğu gibi yine “Aile Bakanı”na düşüyor. Tarikatlara teslim edilen çocukların Suriyeli kadınların çocukları olduğunu, yaptıkları ev ziyaretlerinde “istismar bulgusu” bulunmadığını söylüyor.

Bakanlar, imamlar ne derse desin, sonuç olarak tüm bunlar, faşist devletin, bir plan dahilinde gerçekleştirdiği bilinçli politikadır. Depremin etkilendiği kentlerde yaşayan ve Türk olmayan mülteci, Suriyeli ve Afganistanlı çocukları, Arap Alevi çocukları, Ermeni ve soykırım sonrası neredeyse yok olan Ermeni ve Hıristiyan çocuklarını, Kürt Alevi çocukları Türkleştirme politikasıdır.

Bu politika farklı inanç ve kültürleri, farklı etnik yapılardaki çocukları gasp edip devşirip kendine militan olarak yetiştirme pratiğidir. Bu devlet ideolojisi, ailesi 1915 soykırımında yok edilmiş Antepli bir ermeni olan Hatun Sebilciyan’dan bir canavar yarattı. Hatun Sebilciyan, Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in ta kendisidir. Aile katledildikten sonra yetimhanede devşirilmiş, 38 Dersim katliamında Kürt ve kendisi gibi Ermeni olan, yerel halka sığınmış onlarca kız çocuğunun da katili olarak tarihe geçmiştir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu