Güncel

Merhaba yoldaşlar;

Sincan 1 Nolu’da gece saat 00.30 gibi “saat 02.00’de sevkiniz var” denilerek yolculuğun ilk adımı başladı. İkiye hazırlanmak ne mümkün? Neyse ki beklenen bir şeydi ve poşet vb.ni önceden kantinden almıştık. 03-04 gibi eşyalar hazırdı. 08.00 gibi geldiler ve bizi karga tulumba aldılar. Baktık ki tüm koridorlar, maltalar eşya ile dolu. Bir zindan göçüyordu. Adliler, bizler, dostlar hep birlikte peyderpey başlayan göç yolculuğunda sırası gelen bu zorunlu göçe çıkarılıyordu. Giden gidiyor da eşyalar orada öylece duruyordu. Gözümüze haftalar önce bir yerere gittiğini duyduğumuz insanların eşyaları üzerine yapıştırılmış isimler takılıyor. Nereden bilelim, aynı şey bizim de başımıza gelecekmiş. (Geldiğimizin 3. haftası ve Sincan’dan tek bir eşya parçası gelmiş değil.) 22 Temmuz’da saat 9.00 gibi artık ringdeyiz. Ama 11.30’a kadar Sincan kampüs sınırlarından çıkamadık. 2 Nolu’dan gelecekler beklendi. Altı ring çıktık yola. Sekiz saatlik yol % 50’lik ring ilavesiyle 12 saatte ancak bitti. 23 Temmuz’un ilk dakikalarında nihayet ringden indirildik.

“Hoş geldin”siz olur mu? Bahanesi de vücutta yara olup olmadığına bakmak! Üstünde elbise varken vücut görünür mü? Bildik durumlar! Onlar ısrarcı biz kararlı. Herkes kendi durduğu noktadan hayata asılıyor. Akşam 01.00 gibi artık yeni hücrelere girmiş olduk. Gelişimizi, hoş geldiniz denilmesini maltada sloganla mekana duyurduğumuzdan mekanın eskileri ayaklanmış. Bu sefer onlar bize sesleniyor: Hoş geldiniz! ama bu başka! Sevinç, coşku, merak, kaygı var bu seslenişte. Özlem var, sevgi var, konuşma var! İklim değişiyor, Akdeniz oluyor…

Hasan Gülbahar, Erol Engin, Vedat Düşküner var yakınlarda. Sesleri geliyor, tek tek selamlaşıyoruz. Kimler geldi, sağlık durumları, hasta olanlar soruluyor-anlatılıyor. Sırt sırta olduğumuz hücrede Yürüyüş’ten arkadaşlar var. Sorular-cevaplar… Derken çevreden Sincan’dan tanıdık sesler geliyor. Halil Şahin yakınlarda bir yerlerde. Ardından Tayyar’ın sesini alıyorum. 1-2 hücre uzakta olmalı, ses net değil. Kemal’in sesi geldi ama çok uzak gibi. Mekanlar birbirinin aynı, normal bir blokta, bir koridorda 3 tane hüre vardır. Burada “ilave” denilen A ve C blokların bitimine ilave edilmiş her koridorda iki tane hücrenin olduğu bire blok var. Diğer her şey aynı. Seslerin yerlerinden, kaldıkları hücre numaralarından kroki çıkarmaya çalışıyorum. Herkes benim gibi, kim nerede öğrenmeye çalışıyor. Yorgunuz, Halil en yakınımda, sesi en net gelen o. Sesleniyorum “yorgunum, yatacağım, iyi geceler” diyorum. “Biz de biz de” diyor.

23 Temmuz sabah sayımı geliyor. Kapılarımız 4 saat açılıyordu. Ağırlaştırılmışlarınki her yerde 3-4 saatti. Burada 13-14 arası bir saat olacakmış. Hücrede göç edenlerden kalma çekpas, fırça, leğen, maşrapa, bulaşık süngeri, deterjan vb. var. Ne lüks, ne şans! Başlıyorum temizliğe. Önce bulaşık leğenini, kap kacağı derken tuvalet ve banyoyu… Öğlene kadar yapacak bir şey yok. Hücreyi keşfe çıkıyorum. Dolabın birinde üç kitap var. Yok artık!  Bu kadarı da fazla diyorum. “Diyarbakır’da günlük hayat”, İngiliz’den çevirme Kürtçe Masallar ve Adüle ile Devreş destanı. Hep sözlüsünü dinlemiştim, ilk kez kitabına denk geldim. Millete yazsam kıskanırlar. “Okur yollarım” diye geçiriyorum içimden. Saat 14.00’te günlük sloganlar sonrası kapı dövmelerimiz var. Buranın personeli alışık değil mi ne!? “Niye dövüyorsunuz?” diye işin kılıfını uydurup bu vardiyada kendi “hoş geldiniz”lerini üzerimizde tatbik ediyorlar. Tayyar, ben ve Kemal bu fasıldan “nasiplendik”. Aklım Kemal’de, tansiyonu ve böbreklerde de sorun var. Savrulanlar nereye, nasıl denk gelir diye bakılmadan ne olursa olsun pervasızlığıyla savruluyor. Ters bir yere denk gelse bir ölüm olması işten bile değil. Cezasızlık ruhlarına işlemiş. Öyle rahatlar ki! Burası bana 19 Aralık sonrası F tiplerinin ilk hallerini hatırlatıyor. Bir de ara ara 12 Eylül’ün Mamak-Diyarbakır personelinin zihniyetini ama tutsakları o dönemin halinde değil tabi ki. Her şeyi orada asker-gardiyan olan zat bilirdi. Her şeye “dilekçe yaz” denirdi. O neyi “uygun görürse” o olurdu. Yasa-tüzük hiçbir şeyin bu zatın nazarında kıymeti yoktu. Burası da böyle bir zihniyetle çalışmak-çalıştırılmak isteniyor. Kapı mı dövdün gelip kıpını kapatıp fiili hücre cezası veriyor. Yasa-tüzük soruşturma aç-infaz hakimi-avukat falan diyor, onlar da neymiş? Önce ceza veriyor, hem de yasadaki en ağır ceza olan hücre cezasını hemen uyguluyor sonra bir de soruşturma açıp ikinci kez cezalandırılıyor. Şaka gibi ama değil! İleri derecede hukuk devletlerinde hukuk böyle işliyormuş! Öğreniyoruz! Yadırgıyoruz birazcık ama sadece birazcık!

Beş gün sonra koridorda sesler, bağırış-çağırış… Saate baktım, kapı kapama saati. Koridorun başında en, 3 kişilik hücrede tek başıma tutuluyorum. Alttaki hücrede üç kişi var, onlar ağırlaştırılmış değil. Yürüyüş okuru bir kişi var, diğeri Bolu’dan yeni geldi galiba. Kapı kapatılırken canı arama yapmak istemiş, tabii kabul eden çıkmayınca başlamış bağırmaya; “Görüşeceğiz seninle!” deyip koridordan geçti. 28’i akşam sayımına böyle başladılar. Beni saymak kolay! Sorun da çıkarmadılar, çıkıp gittiler. İsmail’lerde saldırı başladı. Ondan sonra da her hücrede saldırı devam etti. Sayım saldırıya dönüşmüş oldu. Bir sonraki gün, savcıya suç duyurusu yazıyorum… Uzayıp gidiyor.

Gazetelerde okudum bazı kadın hapishanelerinde yangın haberi çıkmıştı. 5’in de, 7’sinde burayla ilgili de benzer haberler çıktı. Daha sıkı saldırılar yaşandığını duyduk. 6 Ağustos burada hava çok sıcak geçti. Biz daha alışamadık. Denizden dolayı burada nem var. İnsan otururken terliyor, bu arada dışarıdan rüzgar estiğini söyleseler de inanmadım. Bu sıcağa bir de suların tamirat nedenli kesilmesi eklendi. Yirmi saattir su yok! Hakkı Alpan, Bayram ve Cumali hevaller birkaç gün önce teklerden üçlüye alındılar. İmralı’dan geldiklerinden beri onlara uygulanan tek normal prosedür bu olsa gerek! “Ne olacak bu suyun halleri?” diye butona basıp sormuşlar.

Saat 12’de bir saatlik havalandırmamız bitiyor. Kapılar kapanıyor. Hakkılar’da da aynı. Baktık kapıları kapanırken slogan sesi geliyor. “Niye butona basıp suyu soruyorsun?” deyip saldırı başlatmışlar. Halil “Nazi kampı” demişti. Haksız mı? Susuz bırak suyu sorunca da…

Hapishaneyi bilenler “hiç mi idare ile konuşmuyor, savcıya yazmıyor, meclise, insan haklarına filan haber vermiyorsunuz?” diyeceklerdir. Güzel kardeşim, bu adamlar zaten biz burada hepsini yaptığımız halde bir şey çıkmadığı, yıllardır tek bir soruşturma görmedikleri için böyle rahatlar. Savcı dediğinin ne düşündüğü Antalya L Tipi’ndeki saldırılardan sonra ailelere “hapishanelerde böyle şeyler bazen olur” diyen savcıdan belli. Kopyala yapıştır misali kararlar alan, devletin hukuk fakültesi-tornasından çıkmış tek tip devletli hepsi. “Kovuşturmaya yer yok” deyip geçiyorlar. İdare desen, önünü açıp emir veren olar! Sorumlu makamda olan birini görmek mümkün değil. Meclis, yazı geç onları… Yenikapı’da demokrasicilik oynuyorlar. Bir şey çıkmaz, çıkmıyor, gör artık… Çare sen de, ben de, biz de…

(Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’den Tutsak Partizan-Küçük Hasan Çoban)

   

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu