Kültür&Sanat

(Öykü)-YENİDEN DOĞMAK

Güneşin kızıllığı yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı. Hacer Ana, doğruldu yatağından. Her zamanki gibi günün koşuşturması başlayacaktı. Üstünü giydi, yazmasını bağladı. Önce kocasına baktı, horul horul uyuyordu. “Uyur tabi; ne de olsa evde işleri yapan birileri var” dedi. Sonra oğluna ve kızına bakmaya gitti. İkisi de uyuyordu. Kızını uyandıracaktı ki vazgeçti. Dün bir hayli yorulmuştu. Kapıya yöneldi açtı ve dışarı çıktı. Köy sessizdi. Bu saatte sadece kadınlar uyanmıştır ve günün koşuşturmacasına başlamışlardır. Hacer ana önce erkeklerin tembelliğine bir küfür savurdu sonra yüzünü dağlara döndü. Biraz sonra güneş tüm güzelliğiyle görünecekti. Bir an önce işe başlaması gerekiyordu, yoksa yetiştiremeyecekti. Kocası zaten tembelin tekiydi. İstediği zaman uyanır, kahvaltısını yapar, üstüne bir de cigarasını yakar, ohh! Keyfine diyecek yoktur. Oğlanı da kendisine benzetti. Geçenlerde kocasını erken uyandırdı, inekleri meraya götürsün diye. Götürdü götürmesine de pişman etti, kızını da kendisini de. Hadi bana kızsın, bağırsın, çağırsın kızdan ne istiyor? Onu ne diye dövüyor. Yok yok bir daha iş yap demeyeceğim diye söylendi, sorumsuz kocasına. Sonra kızını uyandırdı.

Önce ocakta ateş yaktı, çaydanlığa su doldurup kaynaması için üstüne koydu. Ateşi güçlendirmek için ocağa biraz daha odun attı. Bu arada Zozan geldi. Hacer ananın yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Günaydınlaştılar. Hacer ana Zozan’ı doğurduğu günü anımsadı. Ne mutlu olmuştu. Ardından içini bir keder sardı. Onun kaderi de kendininkine benzemesin diye dualar ediyordu. Önce baba evinde köle gibi çalıştırdılar. Sonra da fikrini bile sormadan, yüzünü ancak düğünde gördüğü bu sorumsuz adamla evlendirdiler. Koca evinde gecesini-gündüzünü bilmeden çalışıyordu. Bu yetmezmiş gibi yediği dayaklar, aşağılanmalar, edilen küfürler de eksik olmuyordu.

Zozan okumayı çok istiyordu. Ama onun kaderi de diğer kız çocuklarından farklı olmadı. İlkokulu bitirince Zozan’ın bütün yakarışlarına rağmen “kız kısmı okula mı gidermiş?” diyerek, onun kaderini de annesinin kaderiylen birleştirdiler. Okula yapılacak masraf, kısa zamanda el evine gidecek kız için boşa harcanan para demekti. Ama Zozan’ım akıllıdır, asidir, onların her dediğine benim gibi boyun eğmiyor diye düşündü. Kızıyla gururlandı. Eve döndüğünde her şey hazırdı, hep beraber kahvaltıya oturdular. Zozan sessizdi. Babası bir taraftan çayını içiyor bir taraftan da tarlayı bitiremedikleri için kızıyordu. Zozan şaşırıyordu bu duruma. Çalışmayan kendisi, kızan da kendisi diye düşündü. Erkeklerin bu pervasızlığını, sorumsuzluğunu, vurdumduymazlığını sorgulardı devamlı. Ama bir türlü çıkar yol bulamıyordu. Evde terör estiren sadece baba değil ki ağabeyi de babasını aratmıyordu. Sık sık isyan ediyordu Zozan, bu hayata. Özellikle babası annesini dövdüğü zaman dayanamıyordu. Babası sudan gerekçeler üretip sonu dayakla biten tartışmalar başlatırdı. Zozan böylesi zamanlarda bütün bu eziyetlere kendi de dayak yemeyi göze alarak karşı çıksa da yaşananları değiştirememenin çaresizliği altında eziliyordu.

Zozan babasının öfkeli homurtusuyla düşüncesinden sıyrıldı. Belki babası yine bir dayak faslının alt yapısını hazırlıyordu. Zozan hiçbir şeyden demeden sofradan kalktı. Ağabeyi zaten bugün tarlaya gelmeyecekti. Köyün gençleriyle birlikte karşı köye gidip gezmeyi iş olarak sundu. Zozan yazmasını alıp isyan ve öfke içinde evden çıktı ve tarlaya giden patika yoldan yürümeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu. Kadınların yazgısı dünyanın her yerinde mi böyleydi. Başka bir yaşam mümkün değil miydi? Bu esaret, aşağılanma ne zaman son bulacaktı. Annesinin sesi Zozan’ı düşlerinden sıyırdı. Annesinin elindeki azık çıkınını görünce öğle yemeni unuttuğunu anladı. Yolun üzerindeki taşların birine oturup annesini bekledi. Annesinin giderek yaklaşan görüntüsü içine hüzünle doldurdu. Çalışmaktan kamburlaşan bedeni, ağarmış saçları, yüzündeki her çizgi onun acı ve zorluklarla dolu yaşamını anlatıyordu. Çaresizlik… Çaresizlik… Annesinden çıkınını alırken kederli gözleri birleşti. Söze gerek yoktu. Zozan yoluna devam etti. Böylesi günlerde köydeki en yakın arkadaşı Elif’le sohbet etmek ona en iyi gelen şeydi. Neşe ve umut doluydu Elif, başka bir dünyadan bahsederdi. Bunun mümkün olduğunu söylerdi. Devrimcileri, gerillaları anlatır; bu esaretten kurtulmanın tek yolunun mücadele etmekten geçtiğinden söz ederdi. Zozan da büyük bir merak ve heyecanla onlarla karşılaşacağı günü beklerdi. Onları görmek, tanımak ve anlamak istiyordu. Yeni bir dünyanın, özgür bir dünyanın nasıl mümkün olacağına dair sorular biriktiriyordu zihninde.  Sonra silahlanmış kadınları merak ediyordu. Son günlerde gerillaların gece köye gelip kimi evleri ziyaret ettiği yönlü söylentiler almış başını gidiyordu.

Elif birkaç defa onu gerillalarla tanıştırmak istemiş fakat Zozan bunun baba ve ağabeyinin kulağına gideceğinden korkarak bu teklifi kabul etmemişti. Ama artık bu cesareti göstermek ve onlarla tanışmak istiyordu. Bir an önce bu isteğini Elif’e söylemeliydi.

Tarlaya ulaştığında orak ve su bidonunu sakladığı yerden çıkardı. İlk işi bidonuyla gözeden su almak oldu. Bidonu meşe ağaçlarının gölgesine, azık çıkınının yanına bıraktı. Ardından hızlıca buğday biçme işine girişti. Saatler geçti Zozan iyice yorulmuştu. Bunaltıcı sıcak da işini bir hayli zorlaştırıyordu. Gökyüzüne baktı. Güneş tam tepede bütün yakıcılığıyla öylece duruyordu. Saat öğleni gösteriyordu. Elindeki orağıyla birlikte meşe ağaçlarının gölgesine gidip oturdu. Su bidonunun kapağını açıp büyük bir iştahla içti. Elini ve yüzünü yıkadı. Azık çıkınını açıp ekmek, peynir, domates ve biraz da zeytinden oluşan öğle yemeğini yedi. Yorgunluğu, dünden kalan uykusuzluğu kendini iyice hissettirdi. Uyumamak için direndiyse de başarılı olamadı. Bir dokunuşla korkuyla uyandığında saat ikindiyi gösteriyordu.

Gelenin Elif olduğunu görünce rahatladı. Şaşkınlık ve sevinçle Elif’e sarıldı. Bu saatte burada ne işi olduğu sorusunun cevabını bile beklemeden sabah evde yaşananları anlatmaya başladı. Sonra da babası ve ağabeyine rağmen gerillalarla tanışmak istediğini söyledi. Zozan’ın bu isteği Elif’i de sevindirdi. Elif, Zozan’a biraz beklemesini ama onu gerillalarla tanıştıracağını söyledi. Zozan’ı meraklı bir heyecan sardı. Bir kaç dakikalık daha sohbetin ardından Elif işinin olduğunu söyleyerek gitti. Zozan’da tarlaya işine döndü. Saat artık akşamı göstermeye başladığında Zozan hala gerillalarla tanışacağı günü düşünüyordu. Yüzüne çarpan serin rüzgarın dokunuşuyla düşüncelerinden sıyrılan Zozan günün yüzünü akşama döndüğünü ancak o zaman fark etti. Hızlıca toparlanıp evin yolunu tuttu. Eve ulaştığında annesini kapının önündeki damda onu beklerken buldu. Babası kahveden, ağabeyi karşı köyden henüz dönmemişlerdi. Zozan annesiyle biraz laflayıp soluklandıktan sonra akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa gitti. Babası ve ağabeyi birlikte geldiler. Baba çok acıktığını ve yorulduğunu söyleyerek Zozan’a sofrayı kurmasını söyledi. Babasının Zozan’a tarladaki işlerin ne durumda olduğunu sorması dışında yemeklerini sessizce yediler. Zozan sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkarken ağabisi annesinin getirdiği çayı, yudumluyor, babası da içmek için tütün sarıyordu. Zozan bulaşıkları yıkadıktan sonra annesine çok yorgun olduğunu söyleyerek uyumaya gitti. Ve başını yastığa koyar, koymaz uyudu. Günün ilk ışıkları yüzüne vurduğunda isteksizce yatağından kalktı. Annesi her günkü gibi güne erken başlamıştı. Zozan annesine tarlayı biçme işini bugün bitirmek istediğini söyleyerek yanına biraz ekmek ve çökelek alıp kahvaltı etmeden direk tarlaya gitti.

Tarlaya ulaştığında Elif’in onu beklediğini görünce hem şaşırdı hem de sevindi. Kucaklaşıp hal hatır sordular. Zozan’ın Elif’e neden bu saatte burada olduğu sorusuna karşılık aldığı cevap büyük bir heyecan ve sevinç yarattı. Nihayet beklediği gün gelmişti. Gerillalarla tanışacaktı. Elif, Zozan’a biraz beklemesini söyleyerek etrafı kolaçan etti. Döndüğünde birlikte ormana giden patikayı takip ederek yirmi dakika kadar yürüdüler. Elif patikadan sapıp ormana gireceklerini söylediklerinde Zozan’ın heyecanı her geçen saniye katlanarak artıyordu. Elif artık buluşma yerine geldiklerini söyleyip anlaşılmaz sesler çıkarmaya başladığında çok geçmeden biri kadın, diğeri erkek iki gerilla gülümseyerek geldiler. Elif Zozan’ı onlarla tanıştırdıktan sonra kucaklaşıp kısa bir sohbetin ardından konaklama yerine diğer gerillaların yanına gittiler. Konaklama yerinde onları ilk karşılayan nöbetçi oldu. Ardından diğer gerillaların yanına gittiler. Onlarla da tanışıp sohbet etmeye başladılar. Zozan köyü, ailesini, içinde bulunduğu durumu uzun uzun anlatırken gözünü, ona yenilmez görünen kadın gerillalardan alamıyordu. Üstüne bir de nöbeti devredip gelen gerillanın raporunu, Zozan’la konuşan kadın gerillaya verdiğini görünce duygularına hayranlık da eklendi. Bütün bunlar Zozan için olağanüstü ve şaşkınlık yaratan bir durumdu. Gözlerini gerillalardan alamıyor, her ayrıntıyı zihnine kaydetmeye çalışıyordu. Onlara iki erkek gerillanın hazırlayıp getirdiği çay da eşlik edince sohbetleri daha da renklendi. Zozan’da artık Elif’in çok anlattığı gerilla çayının tadına bakmıştı. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Hele birde kendisiyle konuşan kadın gerillanın komutan olduğunu duyunca iyice keyiflendi.

Zaman ilerledikçe sohbet derinleşti. Gerillalar da Zozan’ın anlattıkları üzerine yorumlar yaptılar. Kadının yaşadığı zulmün, baskının, şiddetin onlara reva olmadığını, bunlara dur deme cesaretinin bulunduğunu, isterlerse karşı durabileceklerini vs. anlatıp, kadın mücadelesinden, onun öneminden, kadınla-erkeğin eşit olduğundan bahsettiler. Yine bu ülkede üreten, yaratan halkın, işçinin, köylünün yaşadığı açlıktan, yoksulluktan, gördükleri zulümden bahsettiler. Buna dur demek için halkın birliği ve mücadelesinin gerekliliğine, sisteme karşı mücadele ederlerse onu yıkabileceklerine ve daha birçok konuya vurgu yaptılar. Dinlediği bütün bunlar Zozan’ın umutsuz ve kaygılı halini silip attı. Artık ne ağabeyi ne de babası onu korkutabilirdi. Kendini şimdi daha güçlü ve cesur hissediyordu.

Arık sohbete nokta koyma zamanı geldiğinde Zozan’ın içine bir hüzün çöktü. Sanki yıllardır tanıdığı ve sevdiği dostlarından ayrılıyormuş gibi üzgündü. Ama gerillalar akşam köylerine geleceklerini ve yeniden görüşeceklerini söyleyince bütün üzüntüsü kayboldu. Vedalaşıp ayrıldılar. Elif ve Zozan geldikleri yolu takip ederek tarlaya kadar birlikte yürüdüler. Oradan Elif evine, Zozan’da işine döndü. Zozan bir an önce akşam olmasını istiyordu. Ama sanki zaman geçmek bilmiyordu. Gün akşama evrilip eve gittiğinde bu defa onu gelecek misafirlerin heyecanı sarmıştı. Hacer ananın anlam veremediği, Zozan’ın bu hali gözünden kaçmamış ama iş telaşı sormasına fırsat vermemişti. Yemekler yenilip ev ahalisi köşelerine çekilince “beklenmedik” bir kapı vuruşuyla evde bir canlanma oldu. Zozan “beklediğim misafirler geldi” diye düşündü. Tam kapıyı açmak için oturduğu yerden doğrulduğunda ağabeyinin öfkeyle “otur oturduğun yerde, evde erkek varken sana ne oluyor” sözüyle olduğu yerde durdu. Ağabeyi kapıyı açtığında silahlı kişileri görünce telaştan eli, ayağına dolaşarak birkaç defa yutkundu. Konuşulanlar anlaşılmasa da, konuşma sesleri oturdukları odaya kadar geliyordu. Sesler yabancı gelince merak eden babası da oğlunun arkasından kapıya gitti. Çok geçmedi ağabeyi ve babası birkaç gerillayla birlikte odaya döndüler. Zozan ve annesi ayağa kalkarak gelenlere “hoş geldiniz” dediler. “Hoş bulduk” diyen ziyaretçiler Zozan’ı tanımamazlıktan gelerek içerdekilere de kendilerini tanıttılar. Baba ve ağabey tedirginliklerini gizlemeye çalışarak Zozan ve annesinin de ilgiyle dinlediği bir sohbete başladılar. Çok geçmeden Hacer ana “siz acıkmışsınızdır” deyip Zozan’ı da yanına alarak gelenlere sofra kurmak için mutfağa geçti. Erkek olanlardan biri sofra kurma işinde yardım etmek için kalktı. Hacer ana alışık olmadığı bu duruma şaşırdı. Ayağa kalkan gerillaya oturması için ısrar etse de başarılı olamadı. Gerillanın bu davranışı anayı çok etkilemişti. Hele bir de yardım ederken ona “ana” diye hitap etmeleri ayrı bir mutluluk yaratmıştı. “Kendi oğlum bile bana bu kadar hürmetli davranmıyor” diye düşündü. Gerillalara karşı içini bir sıcaklık kapladı. Onları dinledikçe hak veriyor ama bir yandan da onlar için üzülmekten kendini alamıyordu.

Sofra kurulduğunda tok olsalar da oturup misafirlere eşlik ettiler. Yemeğin ardından çay ikramı eşliğinde sohbetleri sürdü. Gerillalar “artık gitmemiz gerekiyor” deyip kalktıklarında Zozan ve annesinin yüzünde üzüntü belirdi. Hacer ananın duaları eşliğinde vedalaşırken Zozan yeni bir randevu günü almıştı bile. Misafirler gittikten sonra baba ve ağabey uyumak için yataklarına çekildiler. Annesinin bulaşık yıkamaya hazırlandığını gören Zozan “ben yıkarım” diyerek annesini de yatmaya gönderdi. İşi bitince elbiseleriyle birlikte yatağa uzanan Zozan, derin bir uykuya daldı. Dinlenmiş ve dinç bir bedenle uyandığında artık yepyeni bir yaşamın onu beklediğini hissediyordu.

Günler birbirini kovalıyor, Zozan sık sık gerillalarla buluşuyor, uzun uzun yaptıkları sohbetlerle öğrendiklerine yenilerini ekliyordu. Mutluluğu ve coşkusu her haline yansıyordu. Hacer ana kızını böyle görünce mutlu oluyor, nedenini merak ediyordu. Zozan gerillalarla görüştüğünü anlattı. Ana endişe duysa da kızına engel olmuyordu. Zozan da öğrendiklerini onunla paylaşıyordu. Zozan bir yandan gerillaya katılmak istiyor, bir yandan annesinin onun yokluğunda daha çok ezileceğini düşünerek kararsız kalıyordu. Ama bir gün babasının öfkeyle eve gelişi ve sonrasında olanlar Zozan’ın kararsızlığına son verdi.

Babası Zozan’ın gerillalarla görüştüğünü öğrenmiş Zozan’a görücü geleceğini ve en kısa zamanda onu evlendireceğini söylemişti. Buna karşı çıkan Zozan babasının gazabından kurtulamamış ve dayak yemişti. Zozan boyun eğmedi. Artık güçsüz ve çaresiz değildi. Bu olaydan sonra gerillalarla olan ilk randevusunda katılım isteğini belirtti. Birkaç hafta sonra Zozan başvurusunun değerlendirilip, kabul edildiği haberini aldı. Ertesi güne randevu verildi. Eve döndüğünde annesi yalnızdı. Ve Zozan bu durumu fırsat bilerek gerillaya katılacağını annesine anlattı. Hacer ananın ilk tepkisi gitmemesi için ağlayarak yalvarmak oldu. Zozan annesine kararının kesin olduğunu söyledi. “Senin için, benim için, bütün kadınlar için, bütün insanlık için, daha güzel bir dünya yaratmaya gideceğim” diye anlattı. Hacer ana kendi hayatını düşündü. Onu da hiç tanımadığı biriyle evlendirmişlerdi. Ve bütün hayatı boyunca acı çekmişti.  Yok yok! Benim kızım böyle bir hayatı yaşamamalı. Ezilip aşağılanmadığı, dövülmediği bir hayat olmalıydı onun ki. Hacer ana kızına sıkıca sarıldı, saçlarını okşadı, öptü ve belli belirsiz bir sesle “git” dedi. Zozan sevinç ve ayrılığın verdiği hüzünle gözleri dolu dolu sevgiyle baktı annesine. Annesinin gözlerini sildi ve öptü. Kendisini daha güçlü ve kararlı hissediyordu. Annesine onu görmeye geleceğini söyleyip odasına gitti. Zaman yeni günü gösterdiğinde tan vakti Zozan ve annesi sessizce evden çıktılar. Ana kız bir süre beraber yürüdüler. Ayrılık vakti geldiğinde Hacer ana kızına sıkıca sarıldı, öpüp kokladı. “Güçlü kızım benim” dedi gururla vedalaşıp ayrıldılar.

Ana, kızı gözden kayboluncaya kadar arkasından baktı. Sonra yüzünü dağlara dönüp “kızım ve diğer çocuklarım size emanet. Onlar yeniden doğmayı seçtiler” dedi.

(Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu