Güncel

OKUR POSTASI | Dil ve örgütlemeye dair…

TC devleti, Kürtçe'nin üzerinde kurduğu asimilasyon politikasının bir benzerini diğer dillere ve kültürlere uygulayarak, halkımızın kendi anadillerini ve diğer dilleri öğrenmelerini engellemiştir.

Dil, insanlığın gelişimi açısından vazgeçilmez en temel olgudur. İletişimde bulunma, paylaşım, sosyalleşme, dayanışma, savunma vb. birçok durumda dilin önemli bir payı vardır.

Günümüzde de sınıf mücadelesinin en temel faktörlerinden birisi dildir. Konuşma/yazma bunun içinde önemli bir yer tutar. Dünyada mevcut olan diller içerisinde Ortadoğu’da 5 temel dil ve 20 farklı dilin konuşulduğu kabul edilir. Ancak bu egemen bakış açısını eşelediğimizde, bölgede onlarca farklı dilin, lehçelerin halklar tarafından hala kullanıldığı görülecektir. Bölgede faal olan devrimci bir hareketin asgari oranda 3 dilde çalışma yürütmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Sadece Türkiye’de Türkçe, Kürtçe ve Arapça dilleri devrimci hareketlerin karşılaştıkları bir dil olmaktadır. Düşünelim! Türkiyeli bir devrimci hareket kendi yayınlarını ve çalışmalarını Arapça’dan daha fazla Almanca ve Fransızca ile çıkarsın. (İngilizce dünya çapında kabul görülen bir dil olması itibari ile “zorunlu” öğrenilmesi gereken bir dil olarak önemini korumaktadır.) Amaç elbette Almanca ve Fransızca’yı küçümsemek değildir, aksine önem verilmesi gereken ve ihtiyaç olan bir dilin diğer dillere oranla bir şekilde görmezden gelinmesi meselesidir.

Bu göremezden gelme durumu yıllardır yaşandığından kaynaklı, özellikle Arap coğrafyasından gelen ya da ülkemizde yaşayan Arap halkımızla nitelikli sınıf bağlarının kurulmamasını beraberinde getirmiştir.

Bugün devrimci hareketin en önemli açmazlarından birisi en ezilen kesimlerin örgütlenmesidir. İşçi ve emekçi kesimler içerisinde en ezilenleri bugün açısından göçmenler, egemenlerin tabiri ile sığınmacılar oluşturmaktadır. Dünya çapında egemenlerin kendi rakamlarına göre 82 milyonun üzerinde insan göçmen durumunda veya hareket halindedir. Bu sayı her geçen gün artmakta, insanlar kitleler halinde yerlerinden edilmektedir.

Dolaylı ve dolaysız olarak emperyalist politikaların sonucu olarak önümüzdeki yıllarda göçmenlik olgusu daha fazla karşımıza çıkacaktır.

Türkiye, Suriyeli göçmen kitlesinin en yoğun olduğu ülke durumundadır. Devletlerin verileri 3.7 milyon Suriyeli göçmenin Türkiye’de yaşadığına işaret etmektedir. Suriyeli mültecilerden 1.99 milyonu erkek, 1.71 milyonu ise kadınlardan oluşturmaktadır.

Göçmenlerin kendi hakları için mücadeleleri oldukça cılız bir yerde durmaktadır. Yerini yurdunu büyük uğraşlar sonucu terk edebilmiş canlarını kurtarabilen kesimlerin başka memleketlerde kendi hakları için mücadele edebilme iradelerinin zayıf olması, egemenlerin lehine bir sonuç doğurmaktadır. “Geri gönderilme” tehdidi altında insanlık dışı koşullarda, ırkçılığa maruz bırakılan bir yaşam söz konudur.

Egemenler, yerli ve göçmen ezilen kesimleri birbirlerine karşı kışkırtarak göçmenlerin yaşamlarını ve ezilenlerin birliğini zehirleme siyasetini güderler.

Çelişkileri en yoğun yaşayan göçmen kesimlerin devrimci hareketler tarafından örgütlenememesi önemli bir handikabımızı oluşturuyor. Göçmenlere yönelik doğru bir siyaset oluşturamamamızın yanı sıra, o kesimlerle “önyargısız” ve devrimci bir tarzda ilişkilenemememiz önemli bir gediğimizdir.

Ülkede konumlanan en önemli göçmen kesimini çeşitli ulus ve etnik gruplardan oluşan Suriyeliler oluşturmaktadır. Hepsinin Arap olduğu kanısına varmak önemli bir eksiklik olur. Yanı sıra bütün Suriyelilerin gerici, çeteci zihniyete hizmet ettiğini düşünmekte aynı derece saflıktır. TC’nin göçmenleri kendi çıkarları için devşirme siyasetinde belli bir yol aldığı bilinmektedir ancak buna rağmen özellikle emek cephesinde en azılı sömürüye tabi olan yine Suriyeli göçmenlerdir.

30 binden fazla Suriyeli göçmen çalışma hakkına sahip olurken ezici bir çoğunluğu bu haktan mahrumdur. Bu durum Suriyelileri gayri resmi çalışma şartlarına yönlendirmekte, ucuz, güvencesiz şartlarda sömürüye maruz kalmalarını beraberinde getirmektedir.

Patronların ve geniş arazilere sahip ağaların lehine olan bu durumdan egemen kesim oldukça yüksek seviyede istifade etmektedir. Merdivenaltı atölyelerden, maraba ve mevsimlik işçiliğe kadar sınıfa yönelik bu saldırı dizginlerinden boşalırcasına ilerlemektedir.

Suriyeli kadınlar ise kadın bedenine kimliğine yönelik en ağır saldırıları ve sömürü çarkını yaşamaktadırlar. Kendi bedenlerini satmaya zorlanmakta, köle şartlarına “razı” edilmektedirler.

Devletin göçmenlere yönelik bunca saldırısı karşısında devrimci hareketin görece “kayıtsız” kalması göçmenleri, gerici zihniyetle kuşanan AKP/MHP iktidarının motor gücünü oluşturan tarikatların kucağına atmaktadır. Tarikatlar vasıtasıyla Suriyeli göçmenleri, özellikle gençleri, eğiten TC, bu kesimi özellikle Kuzey/Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı bir silah ve ülkede ezilenlerin birliğini baltalayıcı güç olarak kullanmaktadır.

Bu politikayı boşa çıkarıcı en temel adım göçmenlerin kendi hakları çerçevesinde örgütlenmelerini sağlamaktır. Bu bağlamda göçmen kesimle ilişkilenme açısından en temel araç dil faktörüdür. Bugün Türkiye’de Arap nüfusuna yönelik ciddi anlamda bir “önyargı” oluşmuştur.

Bu önyargının kökeni İttihat-Terakki’ye ve TC’nin kuruluş dönemlerine dayanır. Sözde Osmanlı hayali olan Türk egemenlerinin özgürce ayrılma hakkı olan Ermeni, Arap, Kürt vd. uluslara yönelik nefret siyaseti gütmüş, Ermeni ulusunu büyük oranda yok etmiş, Kürtlere yönelik ise bu soykırım siyasetini uygulamaktadır.

Konumuz özgülüne gelirsek… Arap coğrafyasından Türkiye’ye göç edenlerle bağ kurmanın temelini oluşturan dil konusunda devrimci güçlerin büyük zayıflığını yaşamaktayız. Bunun bir yanını Kemalist ve şovenist bir yaklaşımın yansıması olurken, bir diğer yanını ise politik ilgisizlik ve kavrayış sorunu oluşturmaktadır. Genel olarak göçmenin dilini dahi öğrenememe durumu enternasyonal bir sorun teşkil ettiğini görmek gerekir.

Bir örnek vermek gerekirse… Avrupa’ya göç etmiş Türkiyeli işçi ve emekçiler ile bağ kuramayan Avrupalı devrimci hareketler, 60 yılını dolduran göç sorununa devrimci çözüm geliştirememesini beraberinde getirmiştir. Buradan çıkarılacak en temel ders, göçmenlerle pratik ilişkilenmelerin geliştirilmesidir. Klasik anlamda Türkiye devrim mücadelesinin “ötelenen” sorununu bugün açısından ele almak, politikalar geliştirmek zorunlu bir görev olarak karşımızda durmaktadır.

Bir diğer sorun Arapça’nın bu topraklara ait bir dil olduğu gerçekliğini kabul etmeme durumu bilinç altımıza işlenmesidir. Arapça, Türkçe’ye oranla bu toprakların kadim dilidir. Geleceğimizi inşa ettiğimiz çeşitli milliyetlerden halkımızın konuştuğu en temel dil gruplarından birisidir. Resmi rakamlar Suriyeli göçmenlerin dışında Türkiye’deki Arap halkımızın nüfusunun 2.5 ile 3 milyon olduğunu söylemektedir.

Bu rakamın daha yüksek olduğu kanısı yaygındır. Nusayri alevisi, sünni ve az sayıda Hıristiyan Arap Türkiye’de yaşamakta ve üçüncü büyük halk grubunu temsil etmektedirler. Faşist TC devleti, Kürtçe’nin üzerinde kurduğu asimilasyon politikasının bir benzerini diğer dillere ve kültürlere uygulayarak, halkımızın kendi anadillerini ve diğer dilleri öğrenmelerini engellemiştir.

Uygulanan inkarcı, ilhakçı, asimilasyon politikasına karşı devrimcilerin en temel siyaseti, ezilenlerin dillerini ve kültürlerini korumalarını sağlamak, onların dilleri ile sınıf mücadelesini kavratma sorumluluğuna ve olgunluğuna erişme olmalıdır.

Bugün Kürtçe ve Arapça dilleri devlet tarafından yine devletin çıkarları için, soykırımcı politikaları için kullanılmaktadır. TC’nin Ortadoğu yayılmacılığı için bu diller bir araç olarak, halkları köleleştirmenin, beyinleri zehirlemenin aracı olarak kullanılmaktadır.

Bu siyasete devrimci hareketin dur deme vakti gelmiştir. Ezilen, sömürülen Suriyeli göçmene Türkçe değil, onun kendi ana dili ile sınıf mücadelesini/sömürüyü/haklarını anlatabildiğimiz oranda bölgede daha etkin bir sınıf kavgası verilebilecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu