Güncel

OKUR POSTASI | Muzaffer Oruçoğlu’nun Akıl ve Aksiyon Duygusu vesilesiyle

Bugün İbo, Mahir, Deniz ve Mazlum’un direniş meşalesi Rojava topraklarında, T. Kürdistanı'nda yanmaya devam etmekle birlikte, yeni bedenler ve yürekler ile gerçek çıkış yolunu tüm yoldaşlara ve dostlara göstermektedir.

Bizler her çalışma alanında tüm kitleye nüfuz etmeyi ve onlarla kucaklaşmayı bir anda hedeflemeye çalışırız, çalışıyoruz. Oysaki, temel prensip, mücadeleyi vereceğimiz alanın sınıfsal çelişkilerini iyi yakalamak gerektiğini, esas ile tali olanın belirlenmesini ve buna göre bir hat izleyerek siyasal mücadele verilmesi gerektiğini benliğimize kazımamız gerekir.

Yoldaş Kaypakkaya Değirmenköy mücadelesinde köylüler ile devlet arasındaki ve devrimcilerle köylüler arasındaki çelişkiyi iyi çözmüş ve toprak işgalinin çözümünün köylülerin kendi iradesi ile çözüleceğini, devrimcilerin ise ancak siyasal ve sınıfsal bilinç taşıması gerektiğini belirtmiştir.

“Olaylar bazen bizim tasarladığımız şekilde gelişmez. İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.” (Karl Marks)

Dolayısıyla bir fabrika, bir atölye veya bir topluluğa çözüm önerisi getirirken onlardan ve yaşam koşullarından kendimizi azade sayamayız. Bizler de bu topluluğun ya da fabrikadaki proleterden farklı değiliz. Bizleri var eden bu maddi yaşam koşulları ise bilincimiz de buna göre şekillenir. Yaşam akışımız olayları yorumlama bu maddi süreçlerden bağımsız değildir.

Bunun için tasavvur ettiğimiz komünist, sınıfsız ve sömürüsüz yeni yaşam iddiamız, ancak derin bir toplumsal kaygıdan ileri gelmeli ve buna öyle sıkı sıkıya sarılarak gelişmeli ki, özel mülkiyete dayalı olan devlet modelinin yerini; sosyalist geçiş döneminden komünist üst forma erişmesini sağlamaktan geçer.

Yoldaş Kaypakkaya, üniversite döneminden ’71 devrimci kopuşuna kadar, bir KP’nin içeriği, muhtevası, devrimde oynayacağı misyon; kadro politikası, kızıl siyasi üslerin kurulması, halk savaşında kendine yetebilen ekonomi modeli, bölgelerin sınıfsal tahlili vd. tüm etkenler üzerine derin bir analiz ve çıkarsama yaparak devrimin yolunun nasıl izlenmesi gerektiğine ışık tutmakla kalmamış bunu tüm cevheri ile pratiğe dökmüştür.

Bugün devrimci kimliğimizi sorgulamaya iten bir etken şu olmalı; Mahir Çayan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya bu devrimci ve komünist önderler teorik tartışma ve araştırma üzerine karıştırmadık Marksist-Leninist-Maoist eserler bırakmamış iken, onların ardılları diyerek kendimize acaba bizler de bu kadar derin araştırma ve sorgulama içerisinde miyiz?

Yoksa şunu mu söylüyoruz kendimize “Zaten yaratılmış değerler var, üzerine yeniden bir şey inşa etmek veya bu çabaya, uğraşa, zahmete gerek yok. Çünkü ampulü bir daha icat etmenin kimseye faydası olmaz” bağlamında mı yaklaşıyoruz meseleye?

Eğer böyle bir düşünce içerisindeysek, baştan kaybetmenin ve önderleri anlama noktasında hem yetmezlik hem de dogmatik yaklaştığımızı ve onları birer puta indirdiğiniz gerçekliği yüzümüze vurur. Bu da yapılacak çalışmalar veya kitleler ile aramızda yaşanacak teorik tartışmaların önüne set çekecektir.

Şunu vurgulamakta yarar var; Önderlerimizi, değerlerimizi elbette ki tartıştırmayacağız, sözünü ettiğim şey, kitlenin yanlış bulduğu politika veya örgütsel yetmezlik, kadronun kitle karşındaki donanımsızlığı, ya da ideolojik, teorik yetmezlik ikna etme noktasındaki verimli olmama durumudur. Bir kadro özümsediği bir ideolojiyi önce kendine yedirmeli, onu kendi bilinç süzgecinden geçirmeli ve bunu kitle ilişkilerinde mütevazı bir duruşla sergilemeli.

Önder Kaypakkaya’nın duruşu bu minvalde örnek alınması gereken bir tarz, bir üslup, bir tempodur. O hiçbir gösteri, miting, eylemde ya da kavgada kendini ön plana atmamıştır. Aksine olduğunca geri planda kalmayı kendine salık vermiş, ancak olayların tahlilinde veya ideolojik tartışma noktalarında hep ön safları seçmiştir.

Komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değil.” (Lenin, Sol Komünizm-Bir Çocukluk Hastalığı)

Kemalizm bir bütün olarak tüm Türkiye Devrimci Hareketin nüvelerine girmiştir. Bunu görmemek veya üzerinden atlamak, kendini aklamak gibi tezat bir durum içerir tüm hareketler için. Yalnız bu gömleği çıkarıp atmak büyük bedelleri göze almaktan geçmiştir. Tıpkı Denizlerin idama giderken “Yaşasın Marksizm- Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” vurgusu artık Kemalizm’in idam sehpasında mahkum edilmesini içermektedir. Keza Mahir Çayan yoldaşın Kızıldere manifestosu olan “Erleri çekin, rütbeliler gelsin.” Bunlar bedeli canları ile ödenen ve meşruluğu günümüzde halen varlığını koruyan değerler silsilesidir.

Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.” (Nisan Yayımcılık, Bütün Eserler, İbrahim Kaypakkaya)

Bizler önderlerimizi, değerlerimizi ajite etmiyoruz, onların ajite edilecek bir yanları olduğunu düşünmüyorum, onlar yaşamları ve yaptıkları ile akıllarımıza, duygularımıza ve pratik alandaki aksiyonları ile silinmez izler bırakmış olmakla birlikte, devrimin şartları ve objektif durumunun doğru tahlilinin yapıldığında, aslında TC gibi faşist bir devletin nasılda korkulu rüyası, kabusu olduklarını 40 yıllık devam eden, aksamayan kendini her şekilde örgütleyen ve yenileyen biçimleri ile görebilmekteyiz.

Bugün İbo, Mahir, Deniz ve Mazlum’un direniş meşalesi Rojava topraklarında, T. Kürdistanı’nda yanmaya devam etmekle birlikte, yeni bedenler ve yürekler ile gerçek çıkış yolunu tüm yoldaşlara ve dostlara göstermektedir.

Bizler bilincimizi, öfkemizi, sınıf kinimizi iyi örgütleyip, zulmün sofrasında ekmeğimizi kursağımızda bırakan Firavun ve Nemrut artıklarından Spartaküs olmayı bilmeli, bu cendereden kurtulmanın en önemli öğenin örgütlü bir mücadele ve devrimci akılcılığın yaratımları ile pekiştirip o özlem duyulan yaşamı böyle inşa edebileceğimizi bilince çıkarmalıyız…

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu