GüncelMakaleler

ÇEVİRİ | Unité Communiste: Emperyalistlerin yeniden paylaşma mücadelesi bizi Üçüncü Dünya Savaşına götürüyor -2-

Açıklama: Fransız Unité Communiste (Komünist Birlik) örgütü, gazetemiz Özgür Gelecek için, Rusya emperyalizminin Ukrayna’ya yönelik saldırısı ikinci yılına girerken, bu savaşa ve üçüncü dünya savaşı tehlikesine ilişkin görüşlerini yazdı. İlk bölümünü geçen sayımızda yayımladığımız makalenin son bölümüne bu sayımızda yer veriyoruz.

Bize göre, ulusal kurtuluş mücadelelerinin Rusya-Ukrayna çatışmasındaki gerçek önemini, yani ulusal çelişkilerin gerçek belirleyiciler düzenindeki yerini anlamak çok önemlidir. Bu amaçla tarihsel bir örnekten faydalanabiliriz: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a karşı Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yol açan saldırı savaşı.

Sırp ulusal kurtuluş mücadelesi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde birleşik bir Sırp ulusunun uzun süredir devam eden özlemlerini taşıyan bir kitle hareketiydi. Sırbistan Krallığı’nın kendisi emperyalist bir ülke değildi, ama hala emperyalist güçlerin hakimiyetinde olan bir ülkeydi. O halde enternasyonalistler (Bolşevikler de dahil olmak üzere) neden emperyalist Avusturya-Macaristan’a karşı ulusal savunma savaşında egemen Sırbistan’ı desteklemediler? Lenin şöyle yazmıştı:

Mevcut savaşta ulusal unsur yalnızca Sırbistan’ın Avusturya’ya karşı savaşıyla temsil edilmektedir (bu arada, Partimizin Bern Konferansı kararında da belirtilmiştir). Sadece Sırbistan’da ve Sırplar arasında uzun süredir devam eden, milyonları, ‘halk kitlelerini’ kucaklayan bir ulusal kurtuluş hareketi bulabiliriz; Sırbistan’ın Avusturya’ya karşı mevcut savaşının bir ‘devamı’ olduğu bir hareket. Eğer bu savaş yalıtılmış bir savaş olsaydı, yani genel Avrupa savaşıyla, İngiltere’nin, Rusya’nın vb. bencil ve yağmacı amaçlarıyla bağlantılı olmasaydı, Sırp burjuvazisinin başarısını arzulamak tüm sosyalistlerin görevi olurdu, çünkü bu, mevcut savaştaki ulusal unsurdan çıkarılacak tek doğru ve kesinlikle kaçınılmaz sonuçtur. […]

Bilimsel, evrimi esas alan yöntemin son sözü olarak Marksist diyalektik, bir nesneyi her şeyden kopuk ve bağımsız bir biçimde incelemez, bu anlamda, gerçeği tahrif ederek, tek taraflı biçimde ele almaz. Sırbistan-Avusturya savaşındaki ulusallık meselesinin Avrupa genelinde süren savaş içerisinde herhangi bir ciddi yeri ve anlamı yoktur, olamaz.  […] Sırbistan için bu savaş, burjuva kurtuluş hareketinin “siyasetinin uzantısı”ndan başka bir şey değildir. Diğer yüzde doksan dokuz içinse savaş, emperyalizmin, yani bir ayağı çukurda olan ve ulusları özgürleştirmek yerine onların ırzına geçme becerisinden başka bir becerisi olmayan burjuvazinin politikasının bir uzantısıdır. Müttefik Kuvvetler içerisinde yer alan ve Sırbistan’ı ‘özgürleştiren’ üç ülke, bugün Sırpların özgürlüğünü Avusturya’nın talan edilmesine sunacağı katkı karşılığında, İtalyan emperyalizmine satmaktadır.

[…] Marksist diyalektiğin bize öğrettiği kadarıyla ne doğada ne de toplumda ‘saf’ bir olgu vardır. Zira diyalektik, bize saflıkla alakalı her türden anlayışın dar, tek taraflı bir algıya dayandığını, bu algının nesneyi kendi bütünlüğü ve karmaşıklığı içerisinde kavrayamayacağını söyler. Dünyada ‘saf’ kapitalizm diye bir şey yoktur, olamaz. Ortada her daim feodalizmin, küçük burjuvalığın veya başka bir şeyin bulaştığı, karıştığı bir kapitalizm vardır. Dolayısıyla, eğer bizim ‘ulus’la ilgili ifadelerle hırsızlığı örtbas etmeye çalışan emperyalistlerin ‘halk kitleleri’ni alenen aldattığı koşullarda biri çıkıp savaşın ‘saf anlamda’ emperyalist olmadığını söylüyorsa, bu kişi ya aptal bir ukala ya ayrıntıcı bir işgüzar ya da düzenbazın tekidir.

[…] Gerçekliğin sonsuz çeşitliliğe sahip olduğuna hiç şüphe yok. Bu, tabii ki doğru bir tespit! Fakat bu sonsuz çeşitlilik içerisinde aynı ölçüde kesin olan bir şey de onun iki temel ve asli çizgiyi içeriyor oluşudur: Savaşın nesnel muhtevası açısından o emperyalizmin siyasetinin, yani “Büyük Güçler”in (ve onların hükümetlerinin) tabi olduğu bir ayağı çukurda olan burjuvazinin başka ulusları yağmalamasını öngören siyasetin uzantısıdır, buna karşılık, bir yandan da kitleleri kandırmak için, “ulus”la alakalı ifadelere başvuran alabildiğine öznel bir ideoloji yayılmaktadır.” (Lenin, “Bölüm VI”, İkinci Enternasyonal’in Çöküşü, 1915).

Lenin’in bu konudaki öğretileri bize göre çok açıktır. “Ulusal unsurun” var olduğunu ve “Sırbistan’da ve Sırplar arasında” temsil edildiğini kabul ederken, bunun “genel Avrupa savaşında ciddi bir öneme sahip olmadığını ve olamayacağını” da ekler. Bizim görüşümüze göre, mevcut Rusya-Ukrayna çatışması da buna benzemektedir.

Bugün Ukrayna’da da ulusal unsur Ukrayna ya da Rusya tarafında çeşitli şekillerde mevcuttur, ancak bu çatışmanın gerçek doğasını anlamamıza izin vermemektedir. Bize göre, Ukrayna’nın “ulusal kurtuluşunu” desteklemenin Ukrayna devletini ve bir emperyalist kampın diğerine karşı savaş çabasını desteklemek anlamına geldiği yadsınamaz. Aynı mantık Donbass’ta Rus devletine ve emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş mücadeleleri için de geçerlidir. Başka bir deyişle, bir ulusal kurtuluş savaşını desteklemek, bu çatışma emperyalistler arası bir savaş olsa bile, bir emperyaliste karşı diğer emperyalistin tarafını tutmak ve nihayetinde emperyalistler arası savaşı desteklemektir.

Mevcut koşullarda Ukrayna’nın “ulusal kurtuluşunu” desteklemek, basitçe “anavatanın savunulmasını” desteklemek, yani Batı yanlısı Ukrayna burjuvazisi ve Atlantikçi ittifakın emperyalistleriyle uzlaşmak anlamına gelmektedir.

Özetle, bugün Ukrayna’da temel çelişki emperyalistler arası çelişkidir. Ukrayna ve Rusya arasındaki çelişki, Donbass ve Ukrayna’nın egemen ulusları arasındaki çelişki, Ukrayna ulusu ve Rusya arasındaki çelişki ve emek ve sermaye arasındaki çelişki, bugün Ukrayna’daki ikincil çelişkilerdir. Ukrayna’daki savaş esas olarak emperyalistler arası bir savaştır.

Kısa ya da orta vadede, emperyalistler arası çelişkinin ikincil hale gelmesi durumunda (örneğin Atlantikçi ittifakın emperyalizmlerinin Ukrayna’yı terk etmesiyle) Ukrayna ile Rusya ya da Ukrayna ulusu ile Rusya arasındaki çelişkinin asli hale gelmesi olasılığını dışlamıyoruz. Ancak, böyle bir gelişme şu anda öngörülemez ve komünist bir pozisyon spekülatif düşünce deneyleri temelinde çalışılamaz veya benimsenemez – ancak somut bir durum karşısında benimsenebilir.

O halde Rusya-Ukrayna savaşının neresinde duruyoruz?

Komünistlerin ilk siyasi zorunluluğu işçi sınıfının siyasi özerkliğini savunmaktır. Rusya’da, Ukrayna’da ve dünyanın geri kalanında komünistlerin kampı asla şu ya da bu emperyalist kamp değildir, buna “daha küçük emperyalizm” de dahildir.

Bu savaşın proletarya politikası için en önemli dersi, ne Almanya’da ne Fransa’da, ne İngiltere’de ne de Rusya’da Zafer ya da Yenilgi sloganının papağan gibi tekrarlanamayacağı gerçeğidir. Bu sloganın yalnızca emperyalizm açısından gerçek bir içeriği vardır. Her Büyük Güç için bu, siyasi konumun, ilhakların, sömürgelerin ve askeri üstünlüğün kazanılması ya da kaybedilmesi sorunuyla özdeştir. Bir bütün olarak Avrupa proletaryası için sınıf açısından bakıldığında, savaşan kamplardan herhangi birinin zaferi ya da yenilgisi aynı derecede felakettir.

Askeri olarak nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Avrupa proletaryası için en büyük yenilgiyi ifade eden şey savaşın kendisidir. İşçilerin davasına zafer getirebilecek olan, yalnızca proletaryanın uluslararası militanlığı tarafından savaşın üstesinden gelinmesi ve barışın mümkün olan en hızlı şekilde uygulanmasıdır”. (Rosa Luxemburg, “8. Bölüm. Emperyalizme Karşı Mücadele”, Alman Sosyal Demokrasisinin Krizi, 1915).

Fransa’da komünistler için önceliğin “kendi” emperyalizmimize karşı mücadele etmek olduğunu düşünüyoruz: Fransız emperyalizmi ve dolayısıyla parçası olduğu ve Rus emperyalizmiyle rekabet ettiği Batı emperyalizmleri ittifakı. Öncelikler sıralamasını tersine çevirmek, önce Rus emperyalizmiyle savaşmak ciddi bir siyasi hata olacaktır: “kendi” emperyalizmimiz ve burjuvazimizle uzlaşmak.

Fransa’da bazı kişiler Putin’i Hitler’e benzeterek sosyal-şoven korkaklıklarını Nazizm ve “Putinizm” arasında yaptıkları saçma karşılaştırmalarla meşrulaştırmaya çalışıyorlar: böyle bir pozisyonu savunanların neo-muhafazakarlardan (demokrasi ve ahlak bayrağı altında emperyalizmi savunanlar) hiçbir farkı yoktur ve hiçbir şekilde enternasyonalist değillerdir. “Putin faşizmi” suçlamasının arkasına gizlenen bu savaşçı emperyalizm yanlısı söylem, ne (özelde) Rusya-Ukrayna çatışmasının ne de (genelde) faşizmin ciddi bir analizine dayanmamakta ve sadece küçük burjuva sol şovenizminin gerçekte olduğundan başka bir şeymiş gibi davranmak için ihtiyaç duyduğu “kızıl” ifadeyi sunmaktadır. Fransız devrimci solunda gördüğümüz şey, Birinci Dünya Emperyalistler Arası Savaş’tan bir asırdan fazla bir süre sonra, Kropotkin’in On Altıların Manifestosu’nun ve “Dönek Kautsky”nin 2. Enternasyonal’in yeniden dirilmesidir.

Ukrayna halkının “bizim” emperyalizmimiz tarafından kurtarılamayacağını savunuyoruz. Eğer bugün Ukrayna halkı kendi topraklarında savaşı ve daha vahşi bir sömürüyü deneyimliyorsa, bunun nedeni “bizimki” de dahil olmak üzere emperyalizm tarafından parçalanıyor olmalarıdır! Diğerlerinden daha “insancıl”, daha “medeni” ya da daha “demokratik” bir emperyalizm yoktur: emperyalizm aşağılık, ikiyüzlü bir barbarlıktır. Bugün Ukrayna halkı emperyalizmin şehitleridir: “Ukrayna imparatorlukların büyüklüğü için ölüyor”.

Devrimci bozgunculuk, Rus ve Ukrayna proletaryasını emperyalizmden ve “kendi” burjuvazilerinin diktatörlüğünden kurtarmak için komünist stratejidir. Bu stratejinin somut uygulaması – tüm stratejiler gibi – komünistlerin kendilerini içinde buldukları somut koşullara bağlıdır (ki bu koşullar bugün Birinci Dünya Savaşı zamanındakinden çok farklıdır). Bununla birlikte, devrimci bozgunculuk bugün proletaryanın emperyalist siyasetteki sınıfsal siyasi özerkliğini tasfiye etmesini ve böylece sosyal-şovenist karşı-devrime dönüşmesini engelleyebilecek tek strateji olmaya devam etmektedir. Komünistlerin bilinçli ve örgütlü eylemi, emek ve sermaye arasındaki çelişkiyi ikincil bir çelişkiden birincil bir çelişkiye dönüştürmek için çalışmalıdır: komünist devrimi gündeme getirmek için.

Gerçekten de, savaş devrimci bir durum yaratmakta, kitlelerde devrimci duygular ve huzursuzluk yaratmakta, proletaryanın daha ince kesimlerinde oportünizmin kötülüğünün farkına varılmasını sağlamakta ve ona karşı mücadeleyi yoğunlaştırmaktadır. Kitlelerin artan barış arzusu, hayal kırıklıklarını, anavatanın savunulmasına ilişkin burjuva yalanının yenilgisini ve devrimci bilinçlerinin uyanışını ifade etmektedir. Sosyalistler, devrimci ajitasyonları için bu öfkeden yararlanırken ve bu ajitasyonda ‘kendi’ ülkelerinin yenilgisini göz önünde bulundurmaktan kaçınmazken, bugünkü hükümetleri devrimci bir şekilde devirmeksizin, bir dereceye kadar kalıcı olacak ve ulusların ezilmesini, silahsızlanma olasılığını vb. engelleyecek hızlı bir demokratik barış olasılığının var olduğu umuduyla halkı aldatmayacaklardır. Yalnızca proletaryanın toplumsal devrimi uluslar için barış ve özgürlük yolunu açar”. (Lenin, Zimmerwald Solunun Karar Taslağı, 1915).

Bu nedenle, emperyalistler arası savaşlarda doğru stratejinin her zaman şu olduğunu savunuyoruz:

İşçilerin devrimci bilincini geliştirmek, onları uluslararası devrimci mücadelede bir araya getirmek, her türlü devrimci eylemi desteklemek ve teşvik etmek ve halklar arasındaki emperyalist savaşı ezilen sınıfların ezenlere karşı iç savaşına, kapitalistler sınıfının mülksüzleştirilmesi, siyasi iktidarın proletarya tarafından fethi ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi için bir savaşa dönüştürmek için mümkün olan her şeyi yapmak”. (Lenin, Zimmerwald’daki Sol Kanadın Karar Taslağı, 1915) (Bitti)

ÇEVİRİ | Unité Communiste: Emperyalistlerin yeniden paylaşma mücadelesi bizi Üçüncü Dünya Savaşına götürüyor -2-

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu