GüncelMakaleler

POLEMİK/YORUM | Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-5/6

Aydınlık dergisinin (aydınlık.com.tr) "Garbis Altınoğlu grubu ve İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML/TİKKO’su" başlıklı yazısına ilişkin kaleme alınan polemiği güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz. Makale 6 bölüm halinde yayımlanacaktır. Bugün dosyanın beşinci bölümünü yayımlıyoruz.

Yazarın Notu: Yazıya girmeden önce şunu açıkça belirtmek istiyoruz: Aşağıda yazılan bütün görüşler yazarını bağlayan şahsi görüşlerdir. Bu yazıda yazan her şey aksi belirtilmedikçe yazarının şahsi görüşüdür.

Aydınlık’ın bu açıkça isim işaret eden yayını üzerine Garbis Altınoğlu HB’de kendi imzasıyla bir açıklama yayınlamıştır. Bu açıklama şöyledir (“Garbis Altınoğlu’nun Açıklaması”. Halkın Birliği. 28 Mart 1978. Sayı: 31. Sayfa: 6):

“‘Halkın Sesi’ dergisi, 148. sayısında, kamuoyunda ‘Sandık Cinayeti’ diye bilinen olaydaki rolüm nedeniyle bana ve bu vesileyle aynı zamanda proleter devrimci harekete saldırmaktadır. Halkın Sesi oportünistlerinin bu meseleyi gündeme getirirken güttükleri amaç bellidir. Proleter devrimci hareketin kendilerine karşı sürdürdüğü yoğun ideolojik mücadelenin baskısından kurtulmak, dikkatleri kendilerini bunaltan ve ezen bu ideolojik-siyasi mücadeleden saptırarak başka alanlara çekmek. Halkın Sesi oportünistlerinin bu karşı-devrimci manevrasına dikkati çekerken bu vesileden yararlanarak bazı gerçekleri ortaya koymak ve karanlıkta kalmış olan bazı noktaları aydınlatmak istiyorum.

Ben ve bağlı olduğum grup, PDA oportünistlerine ve onların sağcı, teslimiyetçi çizgisine karşı 1970’ten itibaren mücadele etmiştik. Ancak küçük-burjuva sınıf karakterimiz, aydın yapımız, Marksizm-Leninizmi kavrayışımızdaki eksikliklerimiz, siyasi ve örgütsel alanlardaki tecrübesizliklerimiz nedeniyle birçok hatalar işledik. Bunların içinde en büyük ve maalesef telafi edilmesi mümkün olmayanı da Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesidir.

O dönemlerde PDA oportünistlerinin sağcı ve teslimiyetçi çizgisine karşı çıkarken biz de çeşitli “sol” anlayışlar gelişmişti. Bunda, o zamanlar bizi derinden etkileyen Hindistan Komünist Partisi (M-L) ve onun önderi Çaru Mazumdar’ın “sol” oportünist görüşlerinin ve PDA oportünizmine duyduğumuz tepkinin büyük payı vardı. Ancak bu hatalara düşmede belirleyici olan iç etken, yani bizim küçük-burjuva sınıf karakterimizdi. Hatalı anlayışlarımızı kısaca şöyle sayabiliriz:

1- Ülkemizde silahlı mücadele şartlarının var olduğunu ve Marksist-Leninistlerin bu mücadele biçimini ta ilk baştan temel alması gerektiğini düşünüyorduk. Türkiye’nin somut bir tahlilini yapmıyor; Çin, Vietnam ve Hindistan’daki Marksist-Leninistlerin görüşlerinin olduğu gibi ülkemizde uygulanması gerektiği inancını taşıyorduk. Bu hata dogmatizmden kaynaklanıyordu.

2- Silahlı mücadelenin temel alınması gerektiğini ileri sürmekle kalmayıp, onun tek mücadele biçimi olması gerektiğini, diğer mücadele biçimlerinin çağımızda eskimiş ve modası geçmiş, kitlelerce aşılmış olduğunu düşünüyorduk. Bu nedenle, kitle mücadeleleri örgütlenmenin, kitle örgütlerinde çalışmanın ve devrimci yayın faaliyeti sürdürmenin yanlış olduğunu, bunun bizi oportünist ve revizyonist yola sokacağını düşünüyorduk.

3- Proletarya partisinin uzun bir süreç içinde, silahlı mücadelenin ateşinde tedricen inşa olacağına inanıyorduk. Aslında bu noktada, proletarya partisinin kurulması ile inşası gibi iki farklı (ilişkili olmakla birlikte) şey birbirine karıştırılıyordu. Bundan dolayı mücadelenin başında belirli bir programı, tüzüğü, örgütsel yapısı ve örgütsel işleyiş kuralları (demokratik merkeziyetçilik, kollektif yönetim, eleştiri-öz eleştiri vb.) olan bir devrimci örgütün kurulmasını gereksiz görüyorduk. Bu anlayış, örgütsel alanda belirsizliğe ve laçkalığa yol açtığı gibi, körü körüne itaati ve bürokratizmi de yerleştiriyordu.

4- Oportünizme ve revizyonizme karşı mücadeleler konusunda hatalı, aşırı sol anlayışlara sahiptik. Bu gibi unsurlara karşı mücadelenin ideolojik-siyasi mücadele ile sınırlı kalamayacağını, onlara karşı da silahlı mücadele yönteminin uygulanabileceğini düşünüyorduk. Bu hatalı anlayışı pekiştiren iki yan etken vardı: Birincisi, yanlış bir illegalite ve gizlilik anlayışı (gizliliğin önemini abartma); ikincisi, mücadelenin a ilk baştan silahlı mücadele biçimini alacağı görüşü idi.

5- Kitlelerle bağ kurma konusunda ise sıfırdan başlama anlayışına sahiptik. Yani belli bir kitle temelinin, belli bir devrimci mirasın olduğu alanlara yönelmiyor, kendi çabamızla kuracağımız yeni kitle bağlarını esas almamız gerektiğini düşünüyorduk. Ayrıca kitlelerle ve onların ileri unsurlarıyla mücadele içinde bağ kurmayı hedef almak yerine, işçi ve emekçilerle üretimde birlikte çalışarak bağ kurmayı esas alıyorduk.

Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi meselesine gelince, Adil ile grubumuzdaki diğer bazı kişiler arasında bazı teorik ve pratik konularda yer yer tartışmalar olmuş ve bu tartışmalar belirli bir gerginlik yaratmıştı. Bu tartışmalarda ben de Adil’in karşısında yer almıştım. Öte yandan Adil’in grubumuzdan habersiz bir biçimde değişik kişi ve gruplarla ilişki kurma ve tek başına hareket etme eğilimi vardı. O şartlarda, sahip olduğumuz aşırı sübjektivizmin bizi Adil’in örgüt yıkıcılığı yaptığı, ya da örgütün yönetimini tek başına kendi eline alma eğilimi taşıdığı sonucuna götürmesi hiç de zor olmadı. O zaman Adil’le ilişkilerimizin kesilmesine rağmen benim bildiğim kadarıyla Adil’in öldürülmesi yolunda herhangi bir karar alınmadı. Ancak, Adil gibi davranan kişilerin öldürülebileceği ve öldürülmesi gerektiği anlayışı hepimizde vardı.

Ben 10 Nisan 1972’de Kayseri’de yakalandım. Cinayetin işlendiği 12 Haziran 1972 günü Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyordum. Adil’in öldürüleceğinden haberim yoktu. Bununla birlikte, söz konusu grubun yöneticilerinden birisi olduğum için kendimi bu cinayetin birinci dereceden sorumlularından birisi olarak görüyorum. Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi karşı-devrimci bir eylemdir. Ancak bu olayı değerlendirirken (diğer bütün hataların değerlendirilmesinde olduğu gibi) yalnızca kişilerin sorumluluğu üzerinde durulmamalı, bu hataya yol açan siyasi ve toplumsal etmenler de göz önüne alınmalıdır. Bu olayın bütün devrimcilere olumsuz örnek yoluyla öğretici olması gerektiğine, kendim de bu ağır hatanın bedelini Türkiye halkına ve Türkiye devrimine canla başla hizmet ederek ödeyebileceğime inanıyorum.

Halkın Sesi’nin değindiği diğer bazı noktalara gelince: Birincisi, bu oportünistler cinayetten bizim grubumuzun değil de proleter devrimci hareketin sorumlu olduğu izlenimini yaymak istiyor. Böylelikle onlar, bu karşı-devrimci eylemi mahkum etme sis perdesi altında bu olayla hiçbir ilgisi bulunmayan proleter devrimci hareketi karalamaya çalışıyorlar. İkincisi, ben mahkemede bu cinayeti doğru ve haklı gördüğümü söyledim. Bunun nedeni benim meseleye küçük-burjuva maceracı bir tarzda yaklaşmam ve bu olayın benim üzerimdeki manevi baskısıydı. Olaya sahip çıkmayıp, bunun karşı-devrimci bir eylem olduğunu söylememin kendimi kabahatsiz göstermek ve kendi paçamı kurtarmaya çalışmak anlamına geleceğini, devrimcilerin burjuva mahkemesi önünde öz eleştiri yapmayacağını düşünüyordum. Aslında o dönemde, cezaevinde bir öz eleştiri hazırlamış ve bu öz eleştiriyi çeşitli devrimci gruplardan arkadaşların yanı sıra, PDA oportünistlerine de vermiştim. Bu öz eleştiride diğer hatalarımızın yanı sıra Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi konusu da (yetersiz olmakla birlikte) ele alınmış ve olay ‘vahim bir hata’ olarak nitelendirilmişti.

Çift ifadem olduğu ve karanlık bir kişiyi gizlediğim iddiasına gelelim. Ben polis sorgusu sırasında iki kişinin adını vermiştim. Daha sonra polis ifademi yazılı hale getirirken bunları yazmadı. Ben bunun nedenini bilmiyorum. O zaman polisin, bu kişilerin tutuklanması için yeterli neden ve delil bulmadığını sanıyordum. Halkın Sesi bu kişilerin ajan olduğunu ve benim bunları (bir pazarlık sonucu) himaye ettiğimi ima etmektedir. Eğer Halkın Sesi’nin bu kişiler hakkında herhangi bir bilgisi varsa bunu açıklamalıdır.

Halkın Sesi oportünistleri bugün MİT’in hizmet ettiği hakim sınıflar ve emperyalistlerle işbirliğini teoride ve pratikte açıkça savunarak karşı-devrimci bir çizgide yürümektedirler. Onların bütün lafları ve oyunları bu niteliğini gizleyemez.

Garbis Altınoğlu”

Dahası Garbis, poliste işkenceyle sorgusuna yazılan bazı meseleleri daha sonradan mahkemede reddetmiştir. Misal mahkeme sorgusunda “doktrinle ilgili kısmı kabul etmiş, Adil’den tabanca alıp Banu’ya bırakmadığını, Adil’in öldürülmesi yolunda alınmış bir karar olmadığını, Banu’yu da sol yayınlar için dışarı göndermediklerini” söylemiş ve devamla “Adil’in bizi ihbar etmesi diye bir şey olamazdı, ihbar edemezdi” demiştir (“Oğlumu zehirleyip öldürdüler”. Milliyet. 15 Nisan 1973. Sayfalar: 1, 9.) Yani Halkın Sesi’nde çıkan bu sorgunun bir kısmı zaman içerisinde daha mahkemelerde geri alınmıştır.

Yine Aydınlık oportünistleri, bu olayda esas fail olanlardan birisini kendi içlerine almalarına rağmen bu tür bir iftirayı dillendirebilmektedirler. (“Halkın Sesi İftira ve Yalanla Komploculuğunu ve Sınıf İşbirliğini Gizleyemeyecektir”. Halkın Birliği. 28 Mart 1978. Sayı: 31. Sayfa: 6)

Bu olayda talimat veren Garbis değildir, diğerleridir. İkincil planda böyle bir çizginin savunucusu örgütün şeflerinden olarak tarihsel bir sorumluluğu vardır ki bunu o da hiçbir zaman reddetmemiştir, aksine yukarıdaki açıklamasında belirttiği üzere karşı-devrimci olduğunu belirtmiştir. Zaten Adil’in ailesi de Garbis’i değil, Ümit-Zeynel ikilisini sorumlu tutmaktadır. (https://www.sabah.com.tr/pazar/2012/07/15/40-yil-once-islenen-sandik-cinayetinin-sirri-hl-cozulemedi)

Mesele açık: Garbis (daha sonradan yaptığı açıklamasında da dediği gibi) o dönem öyle bir perspektifte olduklarını reddetmemekle birlikte bu olayda kesinkes bağı olmadığını ifade etmiştir. Bu olayın aslı da budur.

Biraz da bu “örgüt”ten söz etmek gerekmektedir. Adı-sanı bile olmayan bu “örgüt” nereden bakarsak bakalım bir örgüt değildir, sadece üstten aşağı yönetim şeması oluşturulmuş ama bir Parti, Hareket vb. değildir; bir ahbap-çavuş tekkesi olarak ağırlıkla Robert Kolej’li öğrencilerin bir araya geldiği bir tasfiyeci klikten öteye geçmemektedir. Bunların deli saçması tasfiyeci görüşlerine de önceden değindik zaten.

Yeri gelmişken bu tasfiyeci hainlerin saflarımızda bir dönem bulunmasından ötürü Aydınlıkçılar’ın bize saldırılarından söz etmek gerek. Zamanın Aydınlık’ı 1973’deki taslak olarak hazırlanan TİKKO’nun Ceza Yasaları’nı iddianameden sıralayıp “Tasfiyecilerin şefleri buradaki suçların çoğunu yaptılar, ama bu cezalar onlara uygulanmadı” diyerek devamla ceza yasaları üzerinde boş demagojiler de yaparak parsa kapmaya çalıştılar. Bu hainler tarihi eğip bükmekte çok hünerlidirler. Orada idam cezası olarak geçen olay (yani bu husus) daha bunlar parti içine girmeden önce gerçekleşmiştir. Parti dışındakilerin parti dışında işledikleri karşı-devrimci eylemleri kendi iç yasalarımızla yargılayacaksak, en başta İbrahim Kaypakkaya yoldaşı “Seni tutuklattırdım” diye tehdit eden Doğu Perinçek haini için uygulanmalıdır.

Dahası bu alçaklar, mideleri bulandıracak düzeyde Adil’in ölüsü üzerinden demagoji yapacak kadar alçalmışlardır. Bu konu bunların en rezil demagojilerine ortak oluyorsa bunun bir sorumlusu da o dönemki tasfiyeci Koordinasyon Komitesi’dir. Partinin başına kan emici bir vampir gibi çöreklenip onu gün be gün sağ bir hatta, Aydınlık’ın oportünist çizgisine yakınlaştıran, Aydınlık oportünistleriyle ortak durum tahlilleri yapan bu tasfiyeci klik, TİİKP’nin eskisi tasfiyecilerden devşirdiklerinin de fitillemesiyle sonraları ya açıktan Troçkist ya da Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung düşmanı olan yarı-Troçkistlerin “geri kapitalizm” tahlilleriyle partimize de en büyük ihaneti yapıp onu tasfiye etmeye çalışmıştır. İşte bu tasfiyeci KK, bu unsurları düzgün bir öz eleştiri bile yapmadan (zira bunlar sözde öz eleştirilerinde partiye de en haince saldırıları yapıyorlardı) bunları saflarımıza sokup, mesela şeflerini İstanbul’a kadroların başına bürokrat olarak atamıştı ve ne şaşırtıcı (!) ki bu baylar Partimiz tasfiyecilerden arındırılırken arındırılan saflarda yer almıştır.

Şimdi bu örgüt nere, Çaru Mazumdar ve onun HKP (M-L)’si nere? Birisi nedir, diğeri nedir? Gerçi Aydınlık yazarı Çaru Mazumdar’a zoraki olan saygısını (siz bunu açıkça saldıramama olarak algılayın) daha ’90’larda HKP (Marksist) gibi sosyal-faşist partilerle ilişki kurup kardeşlik bağları kurarken çoktan kaldırmıştı. Bir taşla iki kuş: Bir kontra faşist hem kardeşi sosyal-faşistin propagandasını yapıyor, hem de Proletarya Hareketi’ne, onun biricik partisine ve kurucu önderine saldırıyor. Aydınlık yazarı zevkten dört köşe olmuştur.

Bu meseleye dair son olarak diyeceğimiz şudur: Bu karşı-devrimci eylem tek bir şeyi kanıtlıyorsa o da sizin karşı-devrimci hezeyanlarınızın haklılığı değil, MLM Proletarya Hareketi’nin en üst siyasi örgütü olan Proletarya Partisi’nin tespitlerinin haklılığıdır.

Bir de kimi deli saçmalarını sıralamış Karanlık Çienşang. Ona göre İbrahim Kaypakkaya yoldaş “Mustafa Suphi’ye revizyonist” demiş, “Mustafa Kemal’e İngiliz işbirlikçisi” vb. demiş.

Birincisi, Mustafa Suphi’ye revizyonist deme gibi bir durum yoktur ve bu en bayağı bir iftiradır. Aksine İbrahim yoldaş şöyle demiştir (“TİİKP Program Taslağı Eleştirisi” (Ocak 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: “Bütün Eserleri”. Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan’da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 316-318.):

“[Aydınlık’ın revizyonist tezlerinden bir dizi alıntı yapılıp devamla:]

TKP hakkında, Program Taslağı’nda söylenen şeyler bunlar. Bu görüşlere birkaç bakımdan katılmıyoruz.

Bir kere Taslakta, TKP hakkında ileri sürülen görüşler, akıl almaz çelişkilerle doludur. Yuvarlak ve demagojik ifadeler bir yana bırakılırsa, TKP hakkında söylenen olumlu şeyler, onun “mükemmel bir komünist hareket” ilân edilmesine yeter de artar bile. “Leninist bir örgüt” olmak, “Marksizm-Leninizme bağlı kalmak”, “proleter enternasyonalizmine daima bağlı kalmak”, “oportünizm ve Troçkizm gibi ihanet akımlarıyla durmadan mücadele etmek”, son derece mükemmel bir komünist hareketin nitelikleridir.

Fakat, yine Program Taslağı’na göre, TKP’ni oportünist ve revizyonist bir parti ilân etmemek mümkün değildir. “Marksizm-Leninizmi yurdumuz şartlarıyla yaratıcı bir şekilde kaynaştıramamak”, “yığınlar içinde kök salmayı başaramamak”, otuz küsur yıllık legal ve illegal faaliyet dönemi boyunca “yığınları silahlı mücadele yolunda seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak”, “Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak” ve bütün bunlardan dolayı da “çökertilmek”, su katılmamış bir revizyonist hareketin nitelikleridir.

Bir parti, bir yandan revizyonizmin ve oportünizmin bütün hastalıklarıyla sakatlanmış olacak, öte yandan, bu parti “Marksizm-Leninizme bağlı kalmış” olacak, “oportünizmle mücadele etmiş” olacak, “Leninist parti” olmakta devam edecek. Bu, en hafif deyimi ile, Marksizm-Leninizm’in ne olduğunu, oportünizmin ne olduğunu, Leninist partinin ne olduğunu anlamamaktır. “Ülke şartlarıyla kaynaşmayan”, ondan kopuk bir “Marksizm-Leninizm”! “Yığınlar içinde kök salmayı başaramayan”, “Leninist örgütlenme esaslarını uygulamayan”, “teori ve pratiği kaynaştıramayan” bir “Leninist parti”!

Çoğu zaman halkın silahlı mücadelesi için şartların son derece elverişli olduğu otuz küsur yıllık mücadele döneminde, “yığınları silahlı mücadele için seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak”, “teori ile pratiği kaynaştıramamak”, “yığınlar içinde kök salamamak”, “Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak”, “burjuva iktidarların ağır baskı ve takibini altedememek” ve “çökertilmek”; buna rağmen “oportünizmden” azade olmak, üstelik “oportünizmle durmadan mücadele etmiş” olmak! Bunlar aklın alacağı şey değildir. Miras hesaplarıyla bu denli vahim çelişkilere düşmek, bir komünist harekete asla yakışmaz!

TKP hakkında, şahsi görüşlerim şunlardır: TKP, M. Suphi yoldaşın önderliği altındayken Leninist bir partiydi. M. Suphi yoldaşın Kemalistler tarafından hunharca katledilmesinden sonra, partinin önderliği revizyonistlerin eline geçmiştir. Şefik Hüsnü, otuz yıllık önderliği boyunca, revizyonist bir çizgi izlemiştir. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki TKP, bir müddet, Türkiye’de devrimi “sosyalist devrim” olarak tespit etmiş ve bunu da Kemalist iktidardan beklemiştir.

Daha sonra “sosyalist devrim” şiarından vazgeçmiş, fakat bu kez de aynen Menşeviklerin mantığıyla, Kemalist iktidarın demokratik devrimin görevlerini tamamlamasını ve sosyalist devrim için yolu düzlemesini beklemeye koyulmuştur. TKP, köylülerin devrimci rolünü reddetmiştir. İşçi sınıfı önderliğinde, köylülere dayanarak demokratik halk devrimini başarmayı ve durmadan sosyalizme geçmeyi, yani Marksist-Leninist kesintisiz ve aşamalı devrim teorisini reddetmiştir. Ülkemizin somut gerçeği ile Marksizm-Leninizm’in teorisini birleştirememiştir.

İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı ön plâna çıkarmıştır. Silahlı mücadele yolunu reddetmiştir. Kemalist iktidara kölece bir bağlılık göstermiştir. Refik Saydam hükümetini destekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır. Kemalist iktidarın, bütün azınlık milliyetlere, özellikle Kürt milletine uyguladığı amansız milli baskıyı, hatta kitle katliamlarını tasviple karşılamıştır. Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonraki otuz yıllık dönemde TKP, bir reform partisi olmaktan ileri gidememiştir. Şefik Hüsnü’nün yazıları, Marksizm-Leninizm’in alfabesi sayılacak en ilkel gerçekleri bile çiğnemektedir (Bak: Seçme Yazılar, Ş. Hüsnü, Aydınlık Yayınları).

TKP’nin çökertilmesi, revizyonist çizgisinin kaçınılmaz sonucudur [bunu daha sonradan Aydınlık revizyonistleri “TKP devrim yapamadı bu yüzden revizyonisttir diyorlar” şeklinde tahrif etti –BN]. Yakup Demir, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kaşarlanmış revizyonistlerle Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra TKP’nin izlediği çizgi arasında hiçbir fark yoktur. Gerek ideoloji ve politikası itibarıyla, gerekse örgütsel olarak TKP, Y. Demir, M. Belli, H. Kıvılcımlı revizyonistlerinde devam etmektedir. Yakup Demir kliği, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP’nin çizgisine gerçekten ihanet etmiştir, ama TKP’nin daha sonraki çizgisini olduğu gibi devam ettirmektedir.

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-1/6

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-2/6

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-3/6

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-4/6 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu