GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Her Direniş Kendi Dilini Yaratır, Yolunu Bulur; Şimdi Gezi Kardeşliği Zamanı!

Gezi ruhu, her vesile ile bir kez daha kendini hissettirmektedir. AKP iktidarının yarattığı karanlık tabloya Gezinin evlatları yani ‘Susamam’ayanlar tepkisini ve öfkesini müziğin yıkıcı diliyle ifade etmektedir.

Bütçesi, 2019 Ocak-Ağustos döneminde 68,1 milyar açık veren, Ağustos’ta vergi gelirleri 2018’in aynı ayına göre yüzde 9,3 artarak 66,6 milyar liraya ulaşmış bir ekonomi üzerine yazdığımızı not düşerek söze başlamalıyız her şeyden önce.

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) açıkladığı verilere göre (16 Eylül) işsizlik oranı Haziran’da, 2018’in aynı ayına göre 2,8 puan artarak yüzde 13’e yükselmiş ve bu dönemde işsiz sayısı 938 bin kişilik artışla 4 milyon 253 bin kişi olarak hesaplanmış durumda. 8 ayda (ocak-ağustos) yüzde 11 azalan otomotiv üretimi (Otomotiv Sanayii Derneği – 15 Eylül) de işin cabası.

Ekonomisini zaten borçla çeviren ve bu konuda da güçlü bir geçmişe, geleneğe sahip TC devletinin, Osmanlı’dan sonra tarihi boyunca ilk defa Borçlanma Genel Müdürlüğü’nü kurması tablonun ne kadar karanlık olduğu hakkında da bir fikir veriyor. Kuruluşundan bugüne emperyalistlerle ekonomide kurduğu ilişkinin niteliği değişmeyen bir devletin bu alandaki hikâyesi tekerrürden ibaret oluyor. Şimdi gündemde yeni bir Düyûn-ı Umûmiye idaresi söz konusu.

8 ayda 104 milyar lira net borçlanma ile rekor kırmış devlet Hazine’si, 78,6 milyar lira bütçe açığı, üç çeyrektir küçülen bir ekonominin başkaca bir çıkar yolu gözükmüyor.

Faiz indirimine doymayan Merkez Bankası bile ekonomi dişlisini yerinden kıpırdatamamışken gelecek adına muktedirler için bile umutlu cümleler kurmak kolay değil. Türkiye Bankalar Birliği’nin açıklamasına göre, 47 milyar dolar borcun acilen 10-12 milyar doları yapılandırılmak zorunda. Söz konusu batık, sektörün toplam borcunun yüzde 25’ine ulaşıyor.

TC’nin toplam dış borcu 453 milyar dolar ile milli gelirin yüzde 61’ine ulaşmış durumda. Nitekim bu oran TC’nin gördüğü en ağır krizlerden biri olan 2001 ekonomik krizi dönemindekine denk düşüyor. Toplam dış borcu ise 300 milyar dolara ulaşan özel sektörün

ödemelerinin de kamu tarafından üstlenileceğini, ödeneceğini tahmin etmek zor değil.

Nitekim, İstanbul Havalimanı, Avrasya Tüneli Projesi, Üçüncü Boğaz Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu, Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu, Çanakkale-Malkara Otoyolu ve Ankara-Niğde Otoyolu vd. projeler için Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın yayımladığı 2018 Yılı Genel Faaliyet Raporu’na göre buradaki borç üstlenim taahhüdü 15,4 milyar dolar. Borç Üstlenim Anlaşması uyarınca herhangi bir şekilde şirketler borcunu ödeyemezse, proje de borç da devlete kalıyor. Şimdilik özel şirketlerin bilançosunda görünen bu borç, esasında devletin hanesine emekçilerin sırtına yüklenmek üzere yazılıdır.

Türk devletinin ekonomisine dair ortaya konulan veriler gerçekte büyük Türk burjuvazisinin durumuna işaret ediyor. Açık ki bugün Türk hâkim sınıfları, içinden çıkamadıkları büyük bir kriz batağı içinde debeleniyor. Bu alanda çok ciddi bir sıkışmışlık hali yaşıyor. Uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin hali hazırda yaşadığı resesyonun etkisini son derece boyutlu bir şekilde yaşıyor Türk hâkim sınıfları. Popüler deyimle büyük resmin kendisi tamda bu!

Çünkü ekonomik alanda yaşanan her gelişme, siyasal alandaki her tasarrufun da belirleyeni, barutu durumunda.

Restleşme, Hesaplaşma ve Konsensüs

Son dönemde hâkim sınıflar katında yaşanan karşılıklı restleşme ve kapışmaları ancak ekonomik alanda, arka planda yaşanan bu gelişmelerin ışığında anlamlandırmak, yerli yerine oturtmak mümkün.

Bilinir ki her kriz, sermaye fraksiyonları arasındaki rekabetin daha da büyümesini ve kimi aktörlerin piyasadan silinmesini, kimilerinin de daha da büyüyerek, gücü ve etkinliğini artırarak yoluna devam etmesini beraberinde getirmiştir. Başka bir deyişle, siyasal alanda bugün ortaya çıkan tablo, hâkim sınıf klikleri arasındaki dalaşın ve çatışmanın bir izdüşümü olarak cereyan ediyor.

Her sermaye fraksiyonu, rakibinin hareket alanını sınırlamak ve inisiyatifi ele almak daha ileri bir hedef olarakta onu yok etmek adına verdiği savaşta, açık ki devlet aygıtını onun çeşitli organlarındaki siyasal bağlantılarını, ilişkilerini ve bu düzlemde ortaya çıkan hukuki alt yapıyı birer silah olarak kullanır.

Fraksiyonlar arasındaki savaş, rejimin kritik organlarındaki nüfuzu kimin sağlayacağı ve ortaya çıkan yasal temelin kimin ihtiyacına göre şekilleneceği etrafında yaşanır.

Gelinen aşamada, klikler arasındaki çatışma, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bugünkü durumu ve geleceği üzerinden sürgit devam etmektedir. Bu pencereden bakıldığında, 31 Mart ve akabinde 23 Haziran yerel seçimleriyle büyük bir hezimet yaşayan AKP/Saray iktidarının etki gücünün önemli oranda gerilediğini söylemek mümkün. Ekonomik alanda tansiyonun yükselmesine paralel bir şekilde düzen partileri cephesinde de gerilim giderek yükseliyor.

‘Başkanlık Sistemi’ne kamuoyu desteğinin kar gibi eridiği bir tabloda, Erdoğan bir yandan MHP’ye ve onun politikalarına daha sıkı sarılırken diğer yandan ittifak cephesini de genişletmenin hesabını yapıyor. R.T. Erdoğan ile Meral Akşener arasında erimiş gibi görünen buzlar, AKP iktidarının bir yanıyla MHP’nin dayatmalarına karşı bir bariyer örme, öte yandan zayıflayan toplumsal dayanağa merhem bulma adımı olarak okunabilir.

R.T. Erdoğan /Saray iktidarının en ciddi kapışması ve hesaplaşmasının Kemalist klikle olduğu ise aşikâr. Çok uzun süreden sonra ilk defa gerek yerel yönetimler gerekse de genel kamuoyu desteği bağlamında ciddi bir çıkış yakalayan CHP’nin önünü kesmek adına yargı sopası devreye sokulmuş durumda.

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezayı da bu çerçevede görmek gerekir. Kaftancıoğlu’nun CHP’nin geleneksel politikalarından ayrıksı duruşu ve kadın kimliği de, AKP/R.T. Erdoğan iktidarının hedefi haline getirilmesinde önemli birer faktördür. Ne var ki AKP iktidarı, bir yandan Kaftancıoğlu üzerinden Kemalist kliğe ayar verirken diğer yandan Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yazarlarını salıvermiştir.

Böylece egemenler arasındaki mücadelenin, restleşme ve anlaşma; hesaplaşma ve konsensüsle iç içe yürüdüğü gerçeğine bir kez daha tanık oluyoruz!

Görünen o ki AKP-MHP faşist ittifakı, düzen cephesinde rakiplerini bölerek parçalama ve zayıflatma politikasını yürürlüğe sokmuş bulunuyor. Meral Akşener’le kurulan diyaloğun İYİ Parti’yi, ‘Millet İttifakı’ndan koparmaya dönük bir hamle olduğu ortada. Meral Akşener’in, Erdoğan’ın 2023’te tek başına seçilme ihtimali olmadığını söyleyerek İYİ Parti’yi adres göstermesi de (Habetürk.13 Eylül 2019) söz konusu pazarlık ve karşılıklı restleşmelerin bir ürünüdür.

Sarayda Rantsal Dönüşüm Mutabakatı

Sarayda, Erdoğan’ın büyükşehir belediye başkanlarına yönelik yemeği de egemen sınıf klikleri arasında rekabet ve hesaplaşmanın diğer yandan da ortak düşmana karşı “milli” duruşun adresi haline gelmiştir.

R.T. Erdoğan/Saray iktidarı, bu hamle ile yerel seçimlerde aldığı yenilginin hasarını tamir etmeye çalışmış, devlet erkindeki gücü üzerinden de hasımlarına gözdağı vermiştir. Saray iktidarı, belediye başkanları üzerinden rakiplerine, ceberut devletin sopasını göstermiş ve onları ‘akıllı olmaya’ davet etmiştir. Kırık sandalyeler, üstü örtük eleştiriler, verilen mesajlar ve ortaya çıkan görüntünün özeti budur!

Kemalist kliğin şimdilik AKP-MHP faşist ittifakına cepheden bir karşı duruş içinde olmayacağı, belediyeler aracılığıyla yerelde iktidar olma ve güçlenme bu sırada da AKP’nin çözülmesini bekleme stratejisi izleyeceği anlaşılıyor. R.T. Erdoğan’ın çağrısına anında olumlu karşılık verilmesi perde arkasında pazarlık ve görüşmelerin yapıldığını göstermektedir.

R.T. Erdoğan/Saray iktidarının düzen güçleri cephesinde bu politikasını derinleştirmesini ve başka başlıklar etrafından yeniden üretmesini beklemek yanlış olmaz. Toplumsal desteği ve gücü azaldıkça AKP iktidarı daha kucaklayıcı ve tarafsız Cumhurbaşkanı mottosuna daha fazla sarılacaktır!

Söz konusu toplantının kamuoyunda belki de en az tartışılan ve bir araya gelişin belki de gerçek nedeni ise “Kentsel Dönüşüm” adı altında büyükşehirlerin yağmalanmasına yönelik gündemdir! Toplantının hemen sonrasında açıklanan ‘Kentsel Dönüşüm Anayasası’ da bunu anlatmaktadır. Ekonomisi büyük oranda inşaat sektörüne bağlı olan TC devleti, bugünkü dar boğazdan sektör için yeni rant alanları açarak çıkmayı hesap ediyor besbelli.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Nihat Kurum’un “Kentsel Dönüşüm”e yönelik 1.5 milyonluk konut için 5 yıllık süre açıklamaları ve CHP’li Büyükşehir Belediye başkanlarının içeriğe dair pozitif mesajları bu başlıkta önemli bir mutabakat yakalandığını gösteriyor. Kurumun, yakın zamanda depremle mücadelenin “terörle” mücadele kadar önemli olduğuna dönük sözleri (11 Mayıs 2019. CNN Türk) ve kurduğu ilişki de kentsel dönüşüm adı altında son derece merkezi ve saldırgan bir rantsal dönüşüm politikasının yaşama geçirileceğine işaret ediyor.

“Terörle” mücadele adı altında, devrimci-demokratik ve yurtsever güçlere yönelik baskı, gözaltı ve tutuklama furyasını devreye sokan AKP iktidarının, benzer bir icraatı da deprem konusunda olmuştur.

Depremle mücadele iddiasındaki iktidar, 2002’de İstanbul’da belirlenen deprem toplanma alanı 496 iken bu alanların dörtte üçü imara açılmış ve yerlerine rezidanslar ve AVM’ler inşa etmiştir.

Direniş, Psikolojik Savaş Taktiklerini Mahkûm Etti

Amed, Van ve Mardin kayyumlarının belediye başkanı sıfatıyla toplantıya dâhil edilmesi, açık ki söz konusu zirvenin en önemli siyasal gündemlerinden biridir. AKP iktidarı, kayyumları davet ederek CHP’yi de bu suça ortak etmiş CHP’nin kayyum darbesine yönelik çıkışlarını da törpülemiş ve CHP’yi, HDP’den uzaklaştırmıştır.

Böylelikle CHP, bir kez daha merkezinde Kürt sorununun olduğu bir başlıkta devletin bekası çizgisine davet edilmiş oluyor. CHP’nin zirvedeki varlığı ve sonrasında verdiği mesajlar bu çağrının karşılıksız kalmadığını gösteriyor.

Benzer bir konsensüs, Amed HDP İl Başkanlığı önünde bekletilen aileler içinde geçerlidir. Batıda ve özellikle de T. Kürdistanı’nda kayyum darbesi başlığında istediği meşruiyeti yakalayamayan ve direniş karşısında çaresiz kalan AKP- MHP faşist ittifakı, psikolojik savaşın taktiklerini devreye sokmuştur.

Faşist ittifak, aileler eliyle kayyum darbesine karşı haklı, meşru direnişi etkisiz kılmayı ve yaratacağı etkiyi kırmayı hedeflemektedir. Özellikle asker ve polis ailelerinin taleplerine HDP’nin çağrılarına rağmen bugüne kadar sessiz kalan devletin pratiği iki yüzlülüktür. AKP iktidarı, kayyum darbesine karşı Batıda ortaya çıkan tepkinin T. Kürdistanı’ndaki fiili direniş ile birleşmesini engellemek adına bu politikayı merkezi olarak yürütmektedir.

Amaç, söz konusu bu iki dinamik arasına sınır çekmek ve şovenizmi geliştirmektedir. Ailelerin taleplerinin ve dile getirdiği iddialarının HDP ile bir ilişkisi olduğunu tartışmak bile abesle iştigaldir. Açık ki halkının özgürlük davası uğruna savaşa katılım gönüllük temelinde olur ve Kürt ulusu üzerindeki imha, inkâr ve asimilasyon politikası sürdükçe halkın onurlu evlatları savaş mevzilerindeki yerlerini alacaklardır.

Faili, katili durumunda oldukları kayıplar mevzu bahis olduğunda üç maymunu oynayan, evlatlarını arayan Cumartesi Annelerini yerlerde sürükleyenlerin annelerin adını ağzına almaya hakkı yoktur.

HDP İl Başkanlığı’na ailelerin getirilmesi ile HDP’nin kapatılması da dâhil olmak üzere merkezi bir stratejinin dolaşıma sokulduğu anlaşılıyor. Bölgede yaşanan her gelişmeye doğrudan R.T. Erdoğan’ın dâhil olması ve süreci yönetmesi de bunu gösteriyor. Stratejinin bir yanında olası erken seçim öncesinde HD’nin tamamen denklemden çıkarılması, bunun başarılmaması durumunda ise olabildiğince elimine edilmesinin hedeflendiği açık.

Önümüzdeki günlerde, Kürt ulusal sorununda, Suriye’deki gelişmelerin belirleyici etkisinin yaşanacağı bir süreci yaşayacağımız anlaşılıyor. TC devleti, bugünkü durumda pozisyonunu Rojava’ya yönelik tasarruflarının akıbetine paralel atacaktır. Suriye’de özellikle de İdlip’te iyice batağa saplanan TC’nin elinde kala kala içerde de işlevli bir kara propaganda aracı durumundaki Kürt düşmanlığı kalmıştır. Türk devletinin söz konusu politikasını özellikle de yaşadığı ekonomik ve siyasal krizi yönetmek ve gelişen tepkileri bastırmak için bir kaldıraç olarak kullanacağı açıktır!

Gezi Ruhu Yaşıyor!

AKP iktidarı, Batıda sisteme karşı biriken tepkinin, Kürtlerin direnişi ile birleşmesinden, bu dinamikler arasında bir eşgüdümün ortaya çıkmasından endişe duyuyor. Aileler üzerinden suni bir gündemle şovenizm zehrine yeniden yönelmesi de bundandır. Zira, AKP iktidarı toplumun kılcal damarlarında büyük bir sinerjinin biriktiğinin farkındadır.

Coğrafyamızın dört bir yanında açlık, yoksulluk ile adalet ve özgürlük; ekoloji ve kadın katliamları başlıklarında biriken tepki her gün daha görünür olmaktadır.

Gezi ruhu, her vesile ile bir kez daha kendini hissettirmektedir. AKP iktidarının yarattığı karanlık tabloya Gezinin evlatları yani ‘Susamam’ayanlar tepkisini ve öfkesini müziğin yıkıcı diliyle ifade etmektedir. Gezi İsyanını karakterize eden olgu da tamda herkesin direnişi kendi dilinde büyütmesi değil miydi?

Açık ki AKP/Saray rejiminin tüm karalamalarına ve saldırılarına inat Gezi ruhu, Gezi’nin geniş kitlelerin bilincinde yarattığı isyan gerçekliği hala günceldir!

Devrimci-demokratik güçlerin, dipten gelen bu dalgayı anlamak, onunla kaynaşmak gibi tarihi bir sorumluluk. T. Kürdistanı’nda kayyumlarla halkın iradesini gasp edenler ile doğayı yok eden, kitleleri işsizlik ve yoksulluğa mahkûm edenlerin aynı ve bir olduğunu göstermekte.

Şimdi Gezi Kardeşliği zamanı!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu