GüncelMakaleler

SENTEZ | Marksist Bilgi Teorisi’nin Temeli Nedir?

"K.Marx’ı, böyle bir çözümlemeye götüren şey, kapitalist meta üretiminin kendisi olmuştur. Kapitalizm var olduğu sürece sınıflar mücadelesi var olacaktır.  Kapitalist toplumun temel çelişkisi, üretimin ve üretim araçlarının toplumsallaşmış karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Bu çelişki olduğu müddetçe devrimler kaçınılmazdır."

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir.

Bu bağlamda, insanın bilgisi üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

Bilgi, insan üretiminden kopuk olarak ele alınamaz; insan ile insan arasındaki ilişkiler, doğa ile insan arasındaki ilişkiler ve insanın özel mülkiyetli toplumlara geçişiyle sınıflara bölünmüş toplumda, sınıflar arasındaki ilişkiler ve bu sınıflar arasındaki çelişmeler, yine bu üretim faaliyetleri süreci içinde kavranmıştır. İnsanın toplumsal eylemleri, salt üretim sürecindeki faaliyetleri ile sınırlı olmayıp; sınıf mücadelesi, politik yaşam, bilim ve kültürel-sanatsal faaliyetleri de vardır.

İşte, tüm bunlar insanın üretim ve üretim içindeki yerinden kaynaklanmaktadır. Ancak, insan bilgisi üzerinde, insanın toplumsal üretimdeki yerinin belirleyici bir rolü olagelmiştir. Bir başka söylemle; toplumların sınıflara bölünmesi ve bunun üzerinde şekillenen sınıf mücadelesi, insan bilgisi üzerinde muazzam bir ilerletici ve dönüştürücü etki yaratmış ve toplumların daha hızlı gelişmesinin bir nevi motoru olmuştur.

Metafizikçiler, yani idealist felsefenin temsilcileri, şeyleri düşüncenin bir ürünü olarak ele alır ve şeylerin sürekli değişim içinde olduğunu reddederek, doğa ve toplumsal olayları sabitleştirirler. Ve bütün sorunlara ak-kara ikilemi içinde yaklaşıp, ak-kara arasında yer alan tonları yok sayarak, esasta şeylerin yokluğu üzerine felsefelerini kurarlar. Bu da doğa ve toplumdaki çelişmeleri ve bu çelişmelerden kaynaklanan çatışma ve gelişmeleri görmezden gelmelerini sağlamıştır.

Metafizikçiye göre, bir şey hem kendisi hem başkası olamaz. Olumluluğun içinde olumsuzluk, olumsuzluğun içindeki olumluluğu mutlak olarak reddeder. Çelişkilerin olumlu ve olumsuz yanları olduğu ve bunların çatışmayı meydana getirdiği hem birbirlerini reddettikleri hem de birbirlerini olumladıklarını, yani, birbirlerini reddederken, birlikte var olduklarını ve şeyler arasındaki çelişmelerin birbirlerine dönüştüklerini göremezler. Yüzeysel bakış ile iki şey arasındaki çatışmanın köklerini, birbirleriyle ilişkilerini görmez.

F.Engels’in deyimiyle, metafizikçiler, “ağacı görüp ormanı göremez”ler. Ağacın ormanla ilişkisinin, orman içindeki hareketliği, nicel birikimi, nesnelerin birbirleriyle olan ilişkilerini görmezden gelirler. Bu da onların, doğa ve toplumsal olaylara tek yanlı baktıklarını ve kendi kendilerini bir çıkmaz içine soktuklarını ve doğa ve toplumsal diyalektiğin dışına itildiklerini kanıtlar.

Mao Zedung şöyle der: “Diyalektik materyalizmin bilgi teorisi, pratiğe ilk yeri verir ve insan bilgisinin pratikten hiç ayrılmayacağına inanır. Pratiğin önemini inkar eden ya da bilgiyi pratikten ayırmak isteyen bütün yanlış teorileri reddeder.”[1]

Materyalist diyalektik; doğanın, insan toplumunun ve en genel anlamıyla maddenin ve düşüncenin ve onun yasalarının bilimidir. Diyalektik, şeylerin birbirleriyle ilişkilerini, hareketlerini, birarada var olmalarının iç çelişmelerini ve karşıtlıklarını, birbirine dönüşümlerini, doğuşlarını ve sonlanmalarını bütünsellik içinde ele alır.

V.İ.Lenin’in deyimiyle, “diyalektik, karşıtların birliği ve mücadelesidir.” Bu, Marksist diyalektiğin özlü ifadesidir.

F.Engels doğanın diyalektiğini şöyle tanımlar: “Doğa, diyalektiğin deneme tezgahıdır ve modern doğa bilimi onuruna, onun bu deneme tezgahı için her gün artan zengin bir olgular hasadı sağlayarak, böylece doğada her şeyin, son çözümlemede, metafizik değil, diyalektik olarak olup bittiğini, doğanın durmadan yinelenen bu çevrimin sonsuz tek düzeliği içinde hareket etmeyip, gerçek bir tarih geçirdiğini tanıtladığını söylemeliyiz.”[2]

Doğanın bir evrimi olduğu gibi insan bilgisinin de bir evrimi vardır. İnsanlar, doğanın canlı organik bir maddesi olarak var oldukları günden beri, düşüncelerinde de sürekli bir değişim olmuştur. Doğanın milyonlarca yıl içinde geçirdiği evrim karşısında, insanlığın düşünsel evrimi birkaç on bin yılı kapsamaktadır.

İnsan düşüncesi, doğanın -maddenin- bir verisi olarak gelişmiştir. İnsan beyninin en yüksek bir ürünü olan bilinç, tekrar pratiğe dönerek, insan evrimini sürekli geliştirme işlevi görmüş ve görmektedir.

Doğadaki gelişmelere koşut olarak, insan düşüncesinde de sonsuz bir gelişme evrimi yaşanır. İnsan düşüncesinin diyalektiği, doğanın diyalektiğinden ayrı ele alınamaz.

Ve o, doğanın gelişimine koşut bir gelişme sergilemiştir. İnsanın sahip olduğu üretim ve üretim ilişkilerinin düzeyi ve toplumsal yapı, insanın düşüncelerinde de gelişmeler yaratmıştır.

İnsan, ilk düşünmeye başladığı -hayvanlıktan çıkıp insan olmaya başladığı süreç- dönemden bu yana, düşüncelerindeki gelişmelerde diyalektik bir süreç izlemiştir.

 

Doğru düşünceler ne zaman ortaya çıkar?

Kapitalizmin ortaya çıkması ve bunun ürünü olarak proletarya ve burjuvazinin var olması, materyalist diyalektik düşüncenin yaratılmasının koşullarını da beraberinde getirmiştir. Bundan önce insan düşüncesinde kaba materyalist diyalektik yanlar olmasına karşın, metafizik düşünce tarzı egemendi.

Materyalist diyalektik düşünce daha önce çıkamazdı, çünkü onun kapitalizm öncesi süreçte çıkmasının maddi koşulları yoktu. Bir düşüncenin ortaya çıkması, deha sorunu olmayıp, üretim ve üretim ilişkilerinin düzeyi ile direkt ilgilidir. Kapitalist toplumun olgunlaştığı dönemde Marksizmin ortaya çıkması, salt Marx’ın dehasından değil, o üretim sürecinin bir ürünü olmasındandır. Marx’ı yaratan, kapitalizmin ortaya çıkardığı koşulların kendisidir.

Bir başka söylemle, kapitalist toplumun bağrında taşıdığı burjuva-proletarya arsındaki çelişme ve bu çelişmeden hareketle, Marksizm, metafizik düşünce tarzına karşı mücadelenin ürünü olarak doğmuştur.

Toplumların bilgi düzeyi, sahip oldukları üretim ve bu üretim ilişkileri düzeyi ile koşutluk -sınıf mücadelesinin düzeyi ve içeriği de bundan ayrı ele alınamaz- gösterir.

Kapitalizm öncesi toplumlarda insan bilgisi daha soyut iken, kapitalizmle birlikte insan bilgisi daha somuta inmiş; sınıf mücadelesinin keskinleşmesi, sınıflar arası savaşımın ideolojik-politik bazda daha üst boyutlara varması da insanın bu toplumsal kesitinde ortaya çıkmıştır.

Bunun nedeni; üretimin artan ölçüde toplumsallaşması, bilimin ve teknolojinin hızla gelişmesi, iki uzlaşmaz sınıfın, yani burjuvazi ile proletaryanın varlığı ve uzlaşmaz çıkarlara sahip olmaları ve bu iki sınıf arasında bu uzlaşmaz çelişmeden kaynaklanan sınıf mücadelesi, önceki toplumsal sınıfların çatışmasından ayrı olarak daha net bir durum kazanmıştır.

İki modern sınıftan birinin var olan düzeni, yani özel mülkiyet ilişkilerini sürdürmeye çalışması, diğerinin ise daha ileriyi temsil etmesi ve kendi çıkarını özel mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırılmasında bulması, her sınıflı toplumda olduğu gibi, eski-yeni arasındaki savaşımı kaçınılmaz kılmıştır.

Yeni bir toplum böylesi bir çatışmanın içinden çıkacaktır.

K.Marx’tan önce insan bilgisi, toplumsal üretim ve üretim ilişkileri faaliyetinden ayrı olarak ele alınıyordu. İnsan bilgisinin üretim faaliyeti sürecinin bir sonucu olduğunu ilk ortaya koyan K.Marx olmuştur. Çünkü metafizikler, bilgiyi de düşünceyi de maddeden ayrı olarak ele alıyorlardı.

Marksizm’in, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkması, özellikle de kapitalizmin ileri düzeyde geliştiği Avrupa’da doğması, insan bilgisinin üretim faaliyetinin bir ürünü olduğunun yalın bir göstergesidir.

Marksizm, kapitalizmin gelişmediği bir Afrika’da ya da Asya’daki koşullar içinde ortaya çıkamazdı. İşçi sınıfının dünya görüşü olarak Marksizm: Kapitalist üretim faaliyetlerinin ileri düzeyde olduğu, sadece ve sadece işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf çatışmalarının keskinleştiği koşullarda çıkardı ve bu da ilk olarak Avrupa’da oluştuğu için, burada çıkabildi.[3]

Kapitalist toplumun bir ürünü olan işçi sınıfı, üretimden aldığı güç, bilgi, örgütlenme ve disiplini ile kendi toplumunun en ileri sınıfı ve yine içinden çıktığı toplumu reddedip yeni bir toplumu yaratmaya aday olmasından doğal bir şey de yoktur.

Bazıları -ve özellikle ülkemizde kimi küçük burjuva aydınlar-, K.Marx’tan önce komünist düşüncelerin olduğunu, bunu örnek olarak da “Şeyh Bedrettin”in düşüncelerini veriyorlar. İnsanların ilk toplumsal yaşam biçiminin adının ilkel komünal sistem olduğu dikkate alınırsa, kapitalist toplumsal sisteme kadar olan süreçte, ezilenlerin ezenlere karşı verdiği sınıf mücadeleleri içinde, ilkel komünal anlayışların ya da buna öykünen/özlemleyen hareketlerin ortaya çıkmaması yadsınamaz.

Şeyh Bedreddin’de olduğu gibi, başka ülkelerde de benzeri anlayışlar ve yaşam biçimleri olmuştur. Bunlar yadsınamaz olgulardır. Marksizm ile bu tür düşünceler aynılaştırılamayacağı gibi, bu tür düşüncelerin Marksizmin önceli olarak da kabul edilemez. Çünkü Marksizm, her şeyden önce bilimsel sosyalizmdir. Onun teorisidir.

Bütün bunlara karşın Marksizmin bu düşünceleri bir kenara attığı ya da bunları değerlendirmediğini de söylemek yanlış olur.

Marksist bilgi teorisinin temeli; karşıtların birliğinde, karşıtların birliğinin göreceli, birbiriyle mücadelesinin ise mutlak oluşunda kendini bulur. İnsan düşüncesi, eğrisi olmayan bir doğrular dizini şekilde değil, sarmal ve eğrileri içinde barındıran bir şekilde gelişir.

Onu tekdüze ele almak, insanın doğa ve üretim içinde elde ettiği ilişkilerden soyutlamak ve daha ilerisi sınıf mücadelesinden kopararak, şeylerden bağımsızlaştırmak olur ki, bu da metafizik bir düşünce sistematiğine varmaya götürür.

Ve doğal olarak bu, -egemen sınıfların-, her şeyi tanrısal öğeler ile açıklamasının kapısına kadar götürür insanı ve kendi nesnelliğinden kopararak, kendine yabancılaştırır.

Bundan hareketle V.İ.Lenin: “Felsefi idealizmin bir kısır çiçek olduğu tartışma götürmez. Ama o canlı, verimli, hakiki, gür, güçlü, nesnel, mutlak insan bilgisinin canlı ağacı üzerinde bitip yetişmektedir bu kısır çiçek.”[4]

Günümüzde de sık sık “işçi sınıfının devrimci niteliği kaybolmuştur” diyenlerin, felsefi idealizmin bu tür düşüncelerinden etkilendiği ya da direkt o düşünceleri, insan bilgisinin nesnel gerçekliği yerine koyduklarını biliyoruz. Bu tür düşünceler, çelişkiler yasasını, daha doğrusu insan bilgisinin diyalektiğini reddetmelerinden ileri geliyor.

Zıtların birliği ve mücadelesi, ama mücadelesinin mutlaklığı görülmediği zaman, işçi sınıfının devrimci niteliğinin de kayıp olduğu sonucuna varılabilir. Bu düşünce sadece ve sadece materyalist diyalektiği reddedenlere özgü olduğu da bir gerçektir.

K.Marx, kapitalist toplumu açıklarken, o, bu toplumun en basit, en güncel öğesini, yani en küçük “hücresi” olan metayı inceleyerek, bu toplumun çelişmelerini ortaya çıkararak, toplumun kaçınılmaz bir değişime gittiğini ve bu değişimi ise yine bu toplumun bir öznesi olan, ama değişimin esas öznesi olan işçi sınıfı tarafından yıkılacağını, kapitalist toplumun bağrında taşıdığı çelişmelerin çatışmasının olmazsa olmazı olarak ortaya koymuştur.

K.Marx’ı, böyle bir çözümlemeye götüren şey, kapitalist meta üretiminin kendisi olmuştur. Kapitalizm var olduğu sürece sınıflar mücadelesi var olacaktır.  Kapitalist toplumun temel çelişkisi, üretimin ve üretim araçlarının toplumsallaşmış karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Bu çelişki olduğu müddetçe devrimler kaçınılmazdır.

 

1- Mao Zedung, Teori ve Pratik, s. 9, Sol Yayınları

2- Engels, Anti-Dühring, s. 73-74, Sol Yayınları

3- Ancak bu nesnel durum, Marksizm’in kapitalizmin gelişmediği ülkelere dair “bir sözünün olmadığı ve olamayacağı” teorilerine de kapı açmamalıdır. Bu başka bir tartışmadır ve konunuz olmadığı için değinmiyoruz.

4- Lenin, Felsefe Defterleri, s. 307

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu