GüncelManşet

Serhat, Evrim, Medali: Dünyaya sığamadılar

33 DÜŞ YOLCUSU YAZI DİZİSİ-2

Serhat Devrim, Evrim Deniz Erol ve Medali Barutçu, Suruç’ta katledilen 33 düş yolcusundan üçü. Muş’ta doğup büyüdüler. Serhat’ı Gezi direnişi, Medali ile Evrim Deniz’i üniversite yılları başka kentlere taşıdı. Ailelerinin, dostlarının anlatımına göre, dünyayı kalplerine sığdırdılar ancak bu dünyaya sığamadılar. Bu dünyaya sığamamazlık hali, onları bir devrim düşünün peşine ve başkasının derdine derman olmanın yoluna düşürdü.

SERHAT İSYANLA BÜYÜDÜ

Serhat, Gezi isyanıyla birlikte büyüdü. Muş’ta doğdu. Ancak, sık sık kaçıp eylemlere katılmasından belli ki, sığamadı o kente. 2013 yılının Haziran günlerinde, Gezi Parkı’na yolu düşenler mutlaka karşılaşmış olmalı Serhat ile. Bir de barikatların başını mesken eyleyenler, Guy Fawkes maskesini takan bu cesur çocukla aynı TOMA’ya taş da atmış olmalı. Erdoğan’ın nefret ettiği çapulculardandı. Berkin vurulup komaya girdiğinde hastanenin önünü terk etmedi.

Yeliz Gökduman; kalplerin “Berkin uyansın” ritmiyle attığı o nöbet günlerinden birinde tanıştı Serhat ile. Şöyle diyor Gökduman: “Hastaneye gitmiştim ve hiç kimseyi tanımıyordum. Ama etrafta sürekli gülümseyen ve herkese yardım etmeye çalışan biri vardı. Kantine gittiğimde, herkese çay alma fikriyle ayağa kalktığımda, yanımda yürümeye başladı. ‘Sen de mi içeceksin ablacım’ diye sorduğumda bana yardıma geldiğini söyledi.

İstanbul’da kalacak bir evi yoktu Serhat’ın. Daha çok Okmeydanı’ndaki parkta kalıyordu. Ancak bu gerçeği bilenlerin sayısı çok değildi. Yeliz Gökduman da bu durumu sonradan öğrendiğinde, yorgunluktan bayılacak hale gelen Serhat’ı zorlayarak evine götürüyor. Gökduman o gün için, “Çok utangaçtı ve insanlara yük olmaktan çok korkuyordu” diyor.

İstanbul’a gitmek için para bulamazdı. Babasının aldığı telefonları satıp, yol parası yapardı. Yol parasına dönüşen telefonların sayısı 7’e ulaşmış. Babası Yavuz Devrim, birkaç kez İstanbul’a gelip onu yeniden Muş’a götürmek istemiş. Ancak o ya dönmemiş ya da babasını kıramayıp döndüğünde yeniden İstanbul’un yolunu tutmuş. Çünkü İstanbul onun için hareket demekti, devrim demekti.

Kardeşi Asel, ağabeyinin kaçışlarından memnun. “O siyaseti sevdiği için kaçardı. Muş’ta istediğini yapmazdı. Kafede oturmayı sevmezdi. Ayrıca o nerede ne yapacağını çok iyi bilen biriydi” diyor.

Arkadaşlarına takılmayı severdi, şakalaşmayı, gülmeyi eğlenmeyi. Bilal Taşkın, Muş’ta en çok takıldığı arkadaşıymış. İçine kapanıkmış Bilal. “Muhabbet edemezdim, çekinirdim. Bu nedenle hep dışlanırdım ortamlardan” diyor. Serhat’ın takılmaları ile atmış bu çekimserliğini. Şimdi gülerek, “Çekinmemeyi ondan öğrendim” diyor.

İyi de futbol oynarmış Serhat. Bilal, Muş’un sokaklarında dolaştıkları, top oynadıkları yerleri, oturdukları duvarları gösterirken, “Ben öyle orta sahada takılırdım ama Serhat bizim forvetimizdi, bel kemiğimizdi” diye anlatıyor. Sadece sahada değil, hayatındaki belkemiği gibi anlatıyor, sık sık “Yarım, burada böyle kaldık işte abla ya” diyor.

Yeliz’e göre, Serhat’ın en belirgin özelliği taşıdığı masumiyet: “Anlattığı konu hiç önemli değil, çok sinirlendiği bir arkadaşını ya da akşamdan kalan yorgunluğunu da anlatsa, yüzünden akan sadece masumiyetti.”

Kısacık ömrüne birçok isyan ve insan sığdırdı. Dayatılan hiçbir düzeni kabul etmedi. Hep mazlumun, en alttakilerin yanındaydı. Biri açken yatamazdı. Memur olan babası Yavuz Devrim, oğlunun bu özelliğini anlatıyor: “Ben memurum. Benden bile alıp yoksula verirdi. Bir arkadaşı açken asla yemek yemezdi. Yaşamını yitirdikten sonra anlattılar. Muş’tan İstanbul’a giden bir arkadaş, Serhat’a yemek ısmarlamak istemiş, O da ‘Arkadaşım da aç. O yemezse ben de yemem’ demiş.”

Başkasının derdine dert olma hali, onu Kobane’nin yoluna düşürdü. Muş’tan Evrim Deniz ve Ömer Taylan Barutçu ile birlikte otostop yaparak, Suruç’a gittiler.

O yolculuktan hayatta kalan Ömer Taylan, Suruç’a gitme kararı aldıklarında, nasıl gideceklerine dair hiçbir fikirlerinin olmadığını anlatıyor: “Baktım Evrim Deniz, ‘Otostop çekelim’ dedi. Biz de ‘Tamam’ dedik. Muş’tan başlayıp 3-4 araba değiştirerek Urfa’ya gittik. Kobane’ye gitmek için yola çıktığımızı söylediğimizde insanlar bize tuhaf tuhaf bakıyor ve ‘Orası tehlikeli bölge’ gitmeyin diyorlardı.”

Ailesi ve Yeliz Gökduman, Suruç’a gittiğinden habersiz. Ancak hiçbiri şaşırmış değil bu duruma. Serhat’ın hayatının olağan akışına çok uygun düşen bir eylem olarak görüyorlar.

Başkasının derdine derman olmaya çalışırken bu çocuğu çeken başka bir şey var belli ki: Hareket. Sadece Gezi direnişi sırasında değil, Okmeydanı’ndaki polisle yaşanan çatışmaların en önünde Serhat var. Ailesi, hırkasından tanıyor. Yeliz Serhat, “Onu bir polis TOMA’sına doğru koşarken gördüm. Bu cesaretinin onu bir gün öldüreceğini düşündüm hep” diyor.

Gittiğini bilseydim, engel olurdum. Çünkü orada savaş var” diyen kardeşi Asel’e göre, Serhat Kobane’ye mücadele etmek için gitti.

Suruç’a gidişinden haberi olmayan Yeliz Gökduman da, “Küçük bir çocuktu aslında. Ancak başka insanların hayali için kişisel tüm hayalinden vazgeçmiş, ailesinden vazgeçmiş, sokaklarda kalmayı göze almış. Kendince bir bedeli göze alıp gelmiş” diyor.

Serhat daha önce de Kobane’ye gitmek istemiş. Yaşı küçük olduğu için sınırdan birkaç kez geri gönderilmiş. Yeliz’in anlatımlarına göre, dünyadaki en hassas olduğu şeylerden biri de çocuklardı. Berkin’in vurulmasını bir türlü içine sindiremedi. Sürekli sordu durdu; “Bir çocuğu neden hedef alırlar?

Annesi Canan Devrim, oğlunun Suruç yolculuğu için biraz da sitemle “Hep başkalarını düşündü” diyor ve ekliyor: “13-14 yaşından beri hep mücadele peşindeydi.”

Arkadaşı Bilal de Serhat’ın Suruç yolculuğundan habersiz. Ancak o da şaşırmıyor. Diyor ki: “Çünkü durmazdı yerinde.”

Serhat, son zamanlarda aşık olmuş. Ailesi, biraz durulur diye umutlanmış. “Duruldu” da. Muş’a döndü, evlenme hayalleri kurdu. Ancak, bu durgunluk 20 Temmuz’a kadar sürdü. Peki, hangisi gerçek Serhat’tı?

Çocukluk arkadaşı Bilal yanıt veriyor: “Burada bizim yanımızda olan değil de, İstanbul’da kendi mücadelesini devam ettiren Serhat’tı.

Baba Yavuz Devrim, hem acılı hem de gururlu. Oğlunun yanlış yapmadığını her fırsatta anlatıyor, “Benim oğlum haksızlığı kabul etmezdi” diyor.

Hayattaki gailesi neydi Serhat’ın? Bu konuları uzun uzun Serhat ile konuşan Yeliz Gökduman, “O’nun kitlesel bir bilinci vardı. Yaşananları kabul edemiyordu” diyor ve ekliyor: “Kürdistan mücadelesi hep aklını, yüreğini meşgul ediyordu.”

MEDALİ; ÖMRÜ KÜÇÜK HAYALİ BÜYÜKTÜ

Medali Barutçu, Kobane yoluna düştüğünde, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisiydi. Okulda, faşistlerin saldırılarına maruz kaldı, sosyal medyada fotoğrafları paylaşılıp ölümle tehdit edildi. Okul yönetimi tarafından okuldan uzaklaştırıldı.

Okuma hakkının elinden alınması ilk değildi. İstanbul Şile Anadolu Öğretmen Lisesi’nde okurken, arkadaşları ile Kürtçe üzerine çalışmalar yapmaya başladığında da “PKK’li terörist” ilan edilmişti. Bu nedenle okuldan ayrılmak, eğitimine Muş Anadolu Öğretmen Lisesi’nde devam etmek zorunda kalmıştı.

Ailenin anlatımına göre, sakin bir çocuk, kendi içine akıyor sanki. Annesi Meliha Barutçu, sık sık çalışkanlığından bahsediyor: “Ben Kur’an okuyordum. Çağırıyordum, ‘Gel bu sayfayı bana oku’ diyordum. Gülüyordu. ‘Anne sayende bütün Kur’an’ı öğrendim’ diyordu. Arapçayı çok iyi okuyordu.

Annesi çocukluğunu anlatıyor, dalıp dalıp giderek: “Yaramaz değildi, hiç değildi. Ama cesur çocuktu. Hiçbir şeyden korkusu yoktu. Yaptığı her şeyi sahiplenirdi. Okulda başını kimseye eğmezdi. Kimseden lafını esirgemezdi. Önüne ne koysan yerdi. Ama çok yemeği de sevmezdi. Büyüyünce et yemez oldu. Medali’yi hiç unutmam, Medali iyi bir çocuktu. Sabahlara kadar okurdu. Hep kızardım ona, gözlerin ağrıyacak diye. Beni çok seviyordu. Gelip sarılıyordu bana. ‘Şişko anam’ diye severdi beni.”

Baba Ali Rıza Barutçu, oğlu ile arasındaki ilişkiyi “arkadaşlık, yoldaşlık ilişkisi” olarak anlatıyor ve ekliyor: “Oturup her türlü sorunu konuşacak kadar rahattık. Algısı açık biriydi. Konuşması, oturması, değerlendirmeleri ve duruşunu görünce, öperdim. O yaşına rağmen çok şey öğrenmişti. Herkesle o kadar güçlü ve çekici ilişkisi vardı ki. Bazen dükkana bana yardım etmek için gelirdi, orada bile kitabı elindeydi. Müşteri ‘Param yok’ dediğinde, müşteriye istediği fiyata verirdi ürünü. Bazen ‘Medali bizi iflas ettireceksin’ dediğimde, ‘Ne yapayım parası yok’ derdi.”

O genç yaşta belli ki “insanlık için ne yapabilirim” sorusunu kendine hep yöneltmiş. Ve bu soru onu, bir şey yapmak için Kobane yoluna düşürmüş.

Anne Meliha Barutçu’nun oğlunun Suruç’a gideceğinden haberi yok. Anne, “Haberimiz olsaydı izin vermezdik. Kimse istemez oğlunun tank top önüne gitmesini” diyor. Babasının da haberi yok ancak oğlunun yolunu destekliyor: “Elinde silah yoktu, yanlış bir şey yapmamıştı. Medali sadece Kürt’tü. Ancak ‘O Kürt, bu Arap, şu Türk’ diye bir ayrım yoktu kafasında. Sadece ‘Bu sistemde yanlışlık var’ diyordu.”

Ablası Neşe, Kobane yolcuğu için “Hayalleri için gitti” diyor. Medali’nin çocukluğunun cenazelerde, cezaevi kapılarında geçtiğini anlatıyor ve ekliyor: “Medali gibileri çabuk büyürler. Ömrü küçüktü ama hayalleri, oturuşu, kalkışı çok büyüktü.”

İLK ÖNCE REDDİYEYİ ÖĞRENMİŞTİ

Ailesi ona Mücahit adını koymuştu. Ancak o ismiyle bir türlü barışamadı. Ağabeyi Mehmet Fuat’ın anlatımına göre, “Ben Allah’ın askeri değilim, hiç kimsenin askeri değilim” derdi. İsimlerin dışarıdan verilen bir şey olduğunu belirtir ve kendini Evrim Deniz olarak tanıtırdı. Mahkeme kararıyla da adını değiştirmek istiyordu, ancak ömrü yetmedi.

Ailesinin, yoldaşlarının, arkadaşlarının anlatımına bakılırsa, hayata dair ilk öğrendiği şey; reddiye.

Ortaokul çağında yaz tatili sırasında babası Evrim Deniz’i medreseye gönderiyor. Ancak, burada kendisinden yapılmasını istediği şeyleri yapmak istemediğini fark ettiğinde, medreseye gitmek istemiyor. Ağabeyi Mesut, o günlerde dünyayı sorgulamaya başladığını anlatıyor: “Dünyayı, inançları, kişilikleri, yaşamı sorgulamaya başladı.”

Bu sorgulama süreci onu anarşizme götürmüş. Kendini anarşist olarak tanımlıyordu. Hayattaki ilkesi, merak ve reddetmekti.

Harran Üniversitesi’nde müzik öğretmenliği bölümünü kazanmıştı. Urfa’ya gittiğinde arkadaş olduğu gençlerde de ilk bıraktığı etki, merakı, bir şeyler yapma çabası ve küpesiydi.

Urfa gibi muhafazakar bir kentte, küpesini çıkartmadı. Nedeni çok açıktı; kendi gibi olmak istiyordu.

Bir süre aynı evi paylaşan arkadaşı Erhan Teker, o günleri anlattı: “İlk geldiğinde, buraya uymayacak bir profili vardı. Kulağında küpesiyle hiçbir şey umurunda değildi. Açıkçası burada çok sıkıntı yaşayacağını düşündüm. O nedenle birkaç ay kalır gider diye de aklımdan geçirdim. Urfa’yı sevmiyordu gerçekten, İzmir’e geçiş yapmak istiyordu.”

Erhan’la kısa süren ev arkadaşlığının ardından Fırat Ak ile aynı evi paylaştı. Evrim Deniz’in küpesini bahane eden ev sahibi, “Ya o küpe çıkacak ya da evden çıkacaksınız” dayatmasında bulundu. Elbette küpe çıkmadı, evden çıkıldı, yeni bir ev bulundu. Fırat o günler için, “Evrim’i tek başına bırakmadık, o evden taşındık” diyor.

Evrim Deniz’in insanlarla iletişimi güçlüydü. Kitap okumayı severdi. Ağabeyi Mesut, “Okumadan bir gün bile geçirmezdi. Kitap okumadığı bir gün olursa kendi kendine özeleştiri verirdi” diyor. Ağabeyinin deyimiyle söylersek, öyle bir merakı vardı ki; denizlere, gökyüzüne sığamayacak kadar büyük bir merak.

Belli ki kalıplara sığmayan varlığıyla değiştirmiş Evrim Deniz. Urfa’daki Arap arkadaşlarından Mehmet Rehavi Kılıç, “Ben de bıraktığı iz; farklılıkları zenginlik olarak öğrenmemiz” diyor.

Merakı büyüktü ancak gözü toktu. Annesi Besra Aydın, büyük bir özlemle oğlunu anlatırken, “Bir lokma ekmeği, birkaç kuruş parası olsa arkadaşlarıyla paylaşan birisiydi. Parayı sevmezdi, insanları severdi” diyor.

Geride kalan fotoğraflarının da anlattığı gibi; hayattan da keyif almayı seven bir genç. Arkadaşı Fırat, “Evrim çat-kapı gelirdi. Saatin kaç olduğunun önemi yoktu. Alırdı gitarını ya da bağlamasını çalıp söylerdi. Ve ben aylardır onun böyle çılgınlıklar yapmasını özlüyorum. Aniden gelsin, bağırsın, şarkı söylesin istiyorum. Ama yok.”

Hayatı “zamansız” yaşayanlardandı. Belli ki, bu duygusu, yönünü Kobane’ye çevirtmişti.

Kobane’ye gitmek istediğinden yola çıkışından iki ay önce bahsetmiş. Annesi Besra Erol’a, “Kampanya var, çocuklar için park ve okul yapmaya gideceğiz. Erzak götüreceğiz” demiş. Anne ise son günlerde “Oğlum gitme, içimde kötü bir his var” demiş. Yanıtı ise; “Anne gidenler geri gelmiyorsa onların annesi yok mu?

Babası Mehmet Zeki Erol, oğlunun gidişi için, “Zulme karşı gitti. O zulmü kabullenemedi, gitti” diyor.

Urfa’daki arkadaşlarının gidişinden haberi yok. Ancak arkadaşları için bu durum normal. Erhan, “Evrim zaten haksızlıklara karşı gelen bir çocuktu ve ailesi Kürt hareketi içinde olduğu için Kobane konusunda özel bir duyarlılığı vardı” diyor.

Mehmet Rehavi ise, bu yolculuğu şöyle tanımlıyor: “Evrim arkadaş Suruç’a giderken aslında birkaç oyuncaktan ibaret değildi. Onlar şefkat ve merhamet götürüyorlardı.”

Evrim Deniz de, Serhat ve Medali gibi iyilikle, güzellikle gitti, ancak katledildi.

Yarın: İstanbul’dan yola çıkan Nazegül Bahar Boyraz, İsmet Şeker, Cemil Yıldız

 

Kaynak: Etha (Arzu Demir)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu