GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ | Yonca ve Engelli Çocuğu İçin Verdiği Konteynır Mücadelesi…

"Yani altı aydır bir şehre, bu kadar insana yetişemiyorsan, yazık olmuş verdiğimiz vergilere, verdiğimiz emeklere. Bence bir devlet bunu yapabilmeli, bu kadarını yapmalı."

Antakya Defne’de engelli çocuğu için depremden sonra konteynır alması gerekirken listede olmadığı için konteynır almamanın hikayesini Yonca’nın sözleriyle okurlarımıza aktarıyoruz.

Yaşananlar devletin acizliğini gözler önüne seriyor.

***

“Bir depremzedesin ve engelli bir kızın var.  6 Şubat depreminin ilk altı ayını geride bırakırken yeni konteynır alabildin. Uzun ve ısrarlı bir uğraşın sonucu konteynırın oldu, biraz anlatır mısınız” sorumuza Yonca şöyle cevap verdi; “6 Şubat, neye uğradığımızı şaşırdığımız bir gündü. 3 çocukla beraber ben yalnızdım ve hava yağışlı ve soğuk. Üç gün arabada kaldık, çünkü yer yok, hiçbir şey yok. İletişim yok ve en büyük sorunum engelli bir çocuğum var. Buradaki uğraşlar veya durumunu anlatacak bir yetkili de yok. Mecbur Niğde’ye gitmek zorunda kaldım, orada bir akrabamız vardı. Yollar nasıl diye düşünmeden yola çıktık çocuklarla. Burada annemlerle kalıyordum, birlikteydik ama ne kadar da olsa çocuklarla olmuyordu, engelli çocukla arabada zor oluyor.”

Yonca Niğde’de yaşadıklarını ve ardından dönmek zorunda kalışını da şu şekilde aktardı: “Oraya gidince başvurularınızı yaparsanız yani nereye giderseniz gidin size yardım olunacak denilmişti, size konteynır verirler denmişti. Ama kimsenin bir şeyden haberi yok. ‘Bize bu şekilde bir bilgi ve talimat gelmedi’ dediler. Bütün cevap bu oldu. Oradan bir yardım alamadık, sağolsun oranın insanları aynı zamanda depremzede, onlar çok yardımcı oldu. Orada bu şekilde kaldım, ta ki 20 Şubat depremi olana kadar. Orada deprem yaşayınca, çünkü merkez üssü burasıydı ama çok etkilendik, sallandık Niğde’de de ve çıktık geldik. ‘Öleceksek kendi memleketimizde ölelim’ diyerek döndük.”

 AFAD: “6 ay önce konteynır çıktı ama listede adın yok!”

“Geri döndüğümüzde babam ve abimler gönüllü olarak depremzedeler için yardıma koşmuşlardı. Ben döndüğümde hiç kimse henüz çadır almamıştı. Babamlar 3 kişilik bir çadır almış ama biz akrabalarımızla 20’ye yakın kişiyiz. Sonra hayvanlarımız için branda tarzı şeklinde aldık, onunla bir baraka yaptık ve hepimiz onun içinde kaldık, nöbetleşe uyuduk.”

Yonca özellikle engelli kızı için istediği konteynır için verdiği “mücadeleyi” şöyle anlattı: “Birçok yere başvurular yapmaya başladık ve bize alamazsınız veya alırsanız engelli maaşınız kesilir. Biri çıkar diyor, diğer çıkmaz, başkası diyor siz diğer AFAD bölgesine başvuru yapın. Kimse kimseden haberdar değil. Bu şekilde çadırlarda kaldık. Şu an daha yeni konteynır dün geldi bana. Binbir zorlama ile aldık onu da. Kızım ameliyat olacak diye verdiğimiz uğraşla. En son AFAD’a gittim. AFAD, ‘Konteynır sana 6 ay önce çıkmış’ dedi. Ama kaç kere başvuru yaptık biz. Bunu veren sensin, yetkili olan sensin. Dediklerine göre ilk 15 günde engellilere vermeye başlamışlar. Ama ben alamadım ve sorularımın bir cevabı da yok.”

Devamla yaşananlarda deprem bölgesinde sık karşılan örneklerden;

Çıktı dedikten sonra geldim buraya. Jandarma dağıtıyordu yani onların denetiminde dağıtılıyordu. Gittim jandarma yetkilisi bana ‘bizdeki listede adın yok’ dedi. AFAD’a gittim, ‘sana çıkmış, listede adın yok, çıktığını ispatlarsan alırsın’ dediler. ‘O zaman bana bir resmi evrak verin, ispat olsun’ deyince ‘evrak düzenleyecek, kaşeyi basacak yetkili yok’ dediler. Olacak iş değil.  

“Gelen konteynırın anahtarı yok!”

Şöyle devam etti Yonca: “En son kaymakamın yanına çıkmak zorunda kaldım. Baya uğraştım, gitmediğim yer kalmadı. Birçok yere dilekçe verdim, haklarıma baktım, gittiğim yerlerde haklarımı söyledim. Biraz ‘cıngar’ çıkarmak zorunda kaldım. Kızılay’ya, sosyal yardımlaşmaya dilekçe verdim, alakalı alakasız her yere dilekçe verdim. Ve altı ayın sonunda daha dün (8 Ağustos) elime geçen konteynırın da anahtarı onun değil. Kilitli ve anahtarı kime soracağız onu da bilmiyoruz. Ağlasak mı gülsek mi bilemiyoruz!”

Engelli bir çocuk annesi olarak deprem öncesinde ve şimdi ne tür zorluklar yaşıyorsun?” sorumuza Yonca, “Engelli bir çocuk, özel bir çocuk… Ben bakmaktan gocunmuyorum ama senin de hayatın engelleniyor. Çünkü sosyal hayatın yok, başında biri olmasa lavaboya bile gidemezsin. Hasta sonuçta ve kusması var, ağzına anlık bir şey koyar. Sürekli takip etmek, yanında olmak zorundasınız. Depremde daha da zordu. Arabada vs. koyacak bir yer yoktu, yürüyemiyor. Depremden sonra kalça kırığı başladı kızımda. Çünkü evimde her şeyi, yeri, tüm evin düzenini kızıma göre ayarlamıştım. Evimiz hasarlı ama eve çıkamıyoruz, beşinci katta, korkuyoruz. Artçılar devam ediyor. Mesela deprem anında indirirken çok zorlandım, çocuklarımın üçü de küçük. O korkuyu halen atlatamadık.”

Yonca’ya depremden sonra Antakya’da yaşanan başta su ve barınma sorunu olmak üzere kendinden başlayarak kadın emeğine dair düşüncelerini sorduğumuzda yanıtı şöyle oldu; “Su sorunumuz ciddi bir boyutta, havalar 40 derece civarında, susuz olmuyor. Depremde hava soğuktu, o zamanda en temel ihtiyacımız tuvaletti ve yoktu. Affedersiniz ama hayvanlar bile daha iyi durumdaydı. Kadınlar olarak ise bunu yaşamak çok daha zorlayıcı. Susuzluk, tuvaletsizlik vb. deprem zamanı banyo yapamayınca saçlarımı kesmek zorunda kaldım, kendim kestim. Şimdi ise içme suyu sorunu yaşıyoruz. Şu an su yok ama o bir mecburiyet, temel ihtiyaç. Biz ‘su su’ diye haykırıyoruz sanki lüks bir şey istiyoruz gibi algılanıyor, oysa değil. Yediklerimizi susuz yiyemeyiz, yıkamadan yiyemeyiz. Hijyen açısından çok önemli. Bunları sağlanması bizim için çok önemli. Hele de kadınlar için bu hijyeni sağlamak zorunda olmak çok zor.”

Neden en temel su ihtiyacı bile altı aydır sağlanamıyor sence?” diye sorduğumuzda “Koordinesiz çalışıyorlar. Ve bence biraz bizi fazla zorluyorlar. Yani altı aydır bir şehre, bu kadar insana yetişemiyorsan, yazık olmuş verdiğimiz vergilere, verdiğimiz emeklere. Bence bir devlet bunu yapabilmeli, bu kadarını yapmalı. AFAD mesela, evet AFAD bizim için ama yok yani, çok yetersiz kaldı. Ulaşamadı, bir hafta-on gün gün kimse yoktu, hiç kimse yoktu. Yüzbinlerce insan öldü ve bunları deprem değil… Bu resmen bir nevi cinayet- katliam arası bir şeydi. Bilinçli yapıldığına inanıyorum ben bunun. Biz depremin ilk üç gününde Niğde’ye ulaştıysak, onların da en azından bir haftaya buraya ulaşması lazımdı. Resmen kaderimize terk edildi ve hala öyle durumumuz.”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu