Makaleler

“Laiklik elden gidiyor!!!”

Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın “laiklik” üzerine sarf ettiği sözler kısa sürede gündemin birinci sırasına yerleşti. Değişik toplumsal kesimlerden ve siyasal yaklaşımlardan, söz konusu açıklamaya dair tepkiler geldi. Kimi güçlerin (Birleşik Haziran Hareketi, ÖDP) meclis önünde eylemler örgütlediği ve sokağa çıkma çağrıları yaptığı bir atmosfer ortaya çıktı. Toplum kısa sürede laikliği savunanlar ile ona karşı çıkanlar arasında ikiye bölündü.

İsmail Kahraman’ın, 26 Nisan günü meclis başkanı sıfatıyla İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nde, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nce (AYBİR) düzenlenen “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” başlıklı konferansta dile getirdiği; “…Yeni anayasada laiklik tarifi bir kere olmamalıdır… Anayasa- mızın dinden kaçınmaması lazım. Müslüman bir ülke olarak neden kendimizi dinden arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Bir İslam ülkesiyiz. Bu nedenle dindar bir anayasa yapmalıyız” sözleri tartışmanın odak noktasını oluşturdu.

Kahraman bu sözleriyle hala sıcak bir gündem olan yeni anayasa tartışmalarını bir kez daha ancak bu defa daha farklı bir yerden açmış oldu. Kahraman’ın sözlerinin çıkış noktası mevcut anayasanın yeterince dindar olmadığı, laiklik tarifinin de bunun önünde bir engel olduğu yönünde.

 

Klikler arasındaki çatışma

Kahraman’ın bu sözlerine ulusalcı, Kemalistler “laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor” refleksleriyle tepki verdi.

Her şeyden önce söylemek gerekir ki; söz konusu tartışma ülkemiz tarihinde ilk defa karşımıza çıkmıyor. Ülkemizde hâkim sınıf klikleri, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana iki esaslı kampa bölünmüş, din etrafında yürüyen tartışma ve konumlanış söz konusu iki kliğin çıkarlarına uygun bir şekilde ele alınmıştır. Kliklerden biri dine ve dini değerlere vurgu yaparken diğeri ise buna karşılık laikliğe ve “ilericiliğe” vurgu yapmıştır. Kamplardan biri diğerini gerici ve yobaz olarak tanımlanmış, öteki ise toplumun kimyası bozmakla ve değerlerini çiğnemekle itham etmiştir. İmam hatipler, türban vb. başlıklarla sık sık gündeme getirilen söz konusu tartışmaların temel çıkış noktası bu iki hâkim sınıf kliği arasındaki çıkar çatışmasıdır.

Klikler arasındaki mücadele ve hesaplaşma diğer pek çok görüntüsünün yanında en belirgin şekilde bu alanda karşılık bulmaktadır. AKP’nin 2002’den bu yana devletin komuta kademesinde kliklerden birinin temsilcisi olarak güçlenerek bugünlere gelmesiyle birlikte toplumun muhafazakarlaştırılması ve bu eksende yeniden dizayn edilmesinde çok ciddi adımlar atılmıştır. Eğitimden sağlığa hemen her alanda hükümet olduğu günden bu yana yaşama geçirdiği mezhepçi politikalarıyla dinin toplumsal yaşamda kapladığı yeri giderek genişleten AKP, gerek kendi sınırları içinde gerekse de dışında, çeşitli tarikat ve cihatçı/selefi yapılarla hareket etmekten çekinmemiştir. Söz konusu uygulamalar başta Aleviler olmak üzere çeşitli inançlardan halkımızda ciddi bir tepkiye neden oldu. Bunun farkında olan rakip klik, yığınların AKP’ye karşı gelişen söz konusu tepkisine yatırım yapmakta, bu uygulamalarına dikkatleri çekerek yüksek perdeden “laiklik elden gidiyor” diye haykırmaktadır.

 

“Türkiye devletinin dini, İslâm’dır”

Oysa ne bugün TC devleti laiktir ne de AKP’den önce laik olmuştur. Zira TC devleti kurulduğu günden bu yana dini, yığınları teslim almanın, onlar üzerinde tahakküm kurmanın en etkili silahı olarak görmüş ve kullanmıştır. Komprador burjuvazi ve toprak ağaları, yönetim şeklinde yaptıkları makyaj kabilinden kimi değişiklikleri, “devletin dinle arasına mesafe koyduğu” ya da “din ile devlet işlerinin ayrıldığı” şeklinde empoze etmeye çalışmıştır.

 Oysa Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren İslam dini ve onun Sünni mezhebi üzerine kendini inşa etmiş, Hıristiyan, Musevi, Êzidî inançları başta olmak üzere İslamiyet’in Sünni mezhebi dışındaki tüm yorumlarını adım adım tasfiye etmeye, değilse asimile etmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal, 1925 yılında Ale-vilerin inanç merkezleri, tekke ve zaviyelerin kapatılması talimatı vermiş onların yerine imam hatip okullarını açmıştır.

3 Mart 1924’te Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği (sonra Başkanlığı) kurulmuş, birkaç ay sonra kabul edilen 1924 anayasasında “Türkiye Devletinin dini, İslâmdır’”ifadesine yer verilmiş, 1931 yılında Mustafa Kemal’in emriyle dört koldan Kuran’ın ve hadislerin Türkçe tefsirleri yapılmış, 5 Şubat 1937’de Anayasa’nın 2. maddesine “Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır’’ cümlesi eklenmiştir. Böylece Cumhuriyet’in ilanından tam 13,5 yıl sonra “laik”lik anayasal bir ilke olmuştur.

Ne var ki o günden bu yana Alevilere yönelik dışlayıcı, düşmanca tutumu bitmemiş aksine sistematik bir şekilde devam etmiş, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesine ilişkin, CHP’den Demokrat Parti’ye, DSP’den ANAP’a ve bugün AKP’ye kadar hiçbir parti döneminde bir arpa boyu yol alınmamıştır.

Özetle; ulusalcı Kemalistlerin savunduğunun aksine TC devleti hiçbir zaman laik olmamıştır. Gelinen aşamada Diyanet İşleri Başkanlığı, televizyonları, çalışanları, kendisine bağlı kurumlarıyla birlikte pek çok bakanlığı geride bırakmıştır.

Örneğin 2015 bütçesinde Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi 2 milyar 490 milyon, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2 milyar 469 milyon, İçişleri Bakanlığı’nın 2 milyar 888 milyon iken Diyanet İşleri Başkanlığı 4 milyar 604 milyon liralık bütçeye sahip olmuştur.

Açık ki, TC devleti laikliğin asla olmadığı tek din ve tek mezhep anlayışı üzerinde yükselmiştir. Türk hâkim sınıflarının herhangi bir kliğinin hâkimiyetini artırması mevcut durum üzerinde esaslı bir değişiklik yaratmamıştır. Hegemonya dalaşında üstünlük kuran klik, topluma bu temel aynı kalmak üzere, kendi ideolojik söylemini daha fazla dayatmıştır! Bu anlamda anayasa zaten gerçek anlamda laik değildir; bu yüzden “laiklik elden gidiyor” feryatları da boşunadır! Yaşanan, AKP’de ifadesini bulan kliğin yeni anayasa gündemi etrafında, rakip kliğe karşı hamle yapmasıdır. Somutta CHP’nin etkisi altındaki kitleler, ölümü gösterilip sıtmaya razı edilmek istenmektedir!

Bu kayıkçı kavgasıyla, kitlelerin düzene karşı gelişen öfkesi bu iki kanal vasıtasıyla yeniden sistem içine akıtılmak isteniyor! Böylece işçi ve emekçiler kendi gerçek gündemlerinden uzaklaştırılmak isteniyor! Bizim gerçek gündemimiz, işçi sınıfı ve emekçi yığınların yaşamını her gün biraz daha çekilmez kılan sistem ve buna karşı direnişin nasıl geliştirileceği olmalıdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu