GüncelMakaleler

EL HOYO | Belli ki Delik’teki mesele eşit ve adaletli dağılımda değil

"Delik var oldukça, daha adaletli, daha dayanışmacı bir işleyiş insanlar için çözüm getirmeyecektir. “Belli ki” gözler, işleyişin sahibi Delik ve yönetimin varlığına dikilmelidir. Ha, ne dersin sayın seyirci?"

Bir göz açılıyor dünyaya… Kulağına fısıldanıyor: “Üç tür insan vardır: Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.” İki pespaye yatağın ve aynası olan bir lavabonun olduğu karanlık ama genişçe, kutu içini andıran penceresiz bir hücre…

Doğruluyor Goreng, karşısında ihtiyar bir adam, Trimagasi; “Soru şu: Ne yiyeceğiz?” Yeni dünyasına alışmaya çalışan Goreng anlamsız bakışlarla tekrarlıyor: “Ne yiyeceğiz?” “Belli ki yukarıdakilerin artıklarını.” Hücrenin ortasına gelen Goreng, binanın ortasındaki delikten birbirinin aynısı hücrelerden oluşan alt ve üst katlara şöyle bir göz atıyor.

Sonsuz aşağı ve sonsuz yukarı sıralanmış hücrelerden oluşan Delik’in işleyişini anlatıyor Trimagasi “Olay yemek yemek. Bazen çok kolaydır, bazen çok zor. Katına göre değişir.”

Geçtiğimiz Şubat ayında yayımlanan İspanyol filmi El Hoyo/The Platform, sıradan bir binanın aşağıdan yukarı doğru 0, 1, 2… şeklinde giden düzenini ters yüz ederek en üst kattan aşağı doğru 0, 1, 2 şeklinde sıralanan, her katta tek odanın olduğu bir binada yaşananlar üzerinden şekilleniyor.

Kimilerinin belli bir amaca ulaşmak (sigara bırakmak, ünlü biri olmak, diploma almak vb.) amacıyla başvurduğu kimilerinin ise akıl hastanesine alternatif olarak kalmayı seçtiği bir hapishane olan Delik’in en üst katında (0. kat) diğer katlara nazaran oldukça geniş, ferah ve aydınlık bir mutfağın işleyişiyle başlıyor film.

Muazzam mutfaktan hayatta kalma savaşına hazırlanan bir platform

Oldukça hoş bir müzik eşliğinde son derece şık ve temiz kıyafetli bir beyefendi, mutfaktaki işleyişi, temizliği, tadı kontrol eder; her ırk ve her renkten insanın yer aldığı çalışanlar arı gibi servise hazırlanır.

Her şey, tatlıda bulunan bir saç telinin çalışanların azarlanmasına neden olacağı kadar “muntazam”dır. Çalışanlar; Delik’te 200 kat(?) olduğunu bilir ve her katta bulunan 2 kişiyi düşünerek 400 kişi için yemek hazırlığı yaparlar. En lüks yemekler, pastalar, salatalar…

Her şey sıfırıncı katta muhteşem başlar. Ancak yemekler delikten geçecek olan platforma yerleştirilip aşağı katlara gönderilmeye başlandığında bir savaş başlar.

Bu savaş; insanların en yaşamsal olan yemek yeme ihtiyacı üzerinden eşitsizliklerle sınandığı, delirdiği, öldüğü, ölmemek için birbirini yediği gerçek bir savaştır.

Bu savaşın insanlar üzerindeki tahribatına ayna tutan filmde simgesel anlatılar yoğun bir şekilde işleniyor. Hatta sadece bunlardan oluşuyor da denilebilir. Metafor sevenler açısından bir bulmacayı anımsatan film için neo-liberalizmin muazzam bir eleştirisi dersek, inanın, abartmış olmayız.

“Detaylar. Detaylar beni delirtti!”

Dediğimiz gibi metaforlar ve simgesel anlatılar oldukça fazla filmde. Özellikle baş karakter Goreng ile akıl hastanesi yerine Delik’e gelmeyi tercih eden yaşlı Trimagasi arasında geçen diyalog, neo-liberalizmin toplumu nasıl şekillendirdiğine ilişkin oldukça güçlü bir simgesel anlatı. “Samurai-Max bileyiciler düz veya tırtıklı her bıçağı biler” denilerek hayat değiştirdiği iddiasıyla pazarlanan bir reklamın büyüsüne kapılan Trimagasi, kendisini sorgular reklamın ardından. “Açıkçası ben hiç domates soymadım ama dilimlenmiş ekmek alırım.

Mutfak bıçağıyla tuğla kesmek neden gerekir, onu da anlamıyorum. Ama beni düşündürdü. Niye bıçaklarımı bilemiyorum? Ya onları bilemediğim için benim de hayatım berbatsa?

Detaylara dikkat etmiyorum diye mi? Detaylar Goreng” der Trimagasi ve o bıçak bileyiciyi satın aldığını anlatır. Yeniden televizyon karşısına geçtiğinde Samurai-Max’ın döneminin geçtiğini ve artık daha iyi bir ürün olan ve Max’a ihtiyaç bırakmayan Samurai-Plus’ın pazarlanmaya başladığını gören Trimagasi kendisiyle dalga geçildiğini düşündüğünü, bunun üzerine televizyonu pencereden fırlattığını anlatır Goreng’e. “Detaylar. Detaylar beni delirtti!”

Aslında yaşamsal bir ihtiyaç olmayan tonlarca ürünü pazarlamak adına insanların kendisini yetersiz hissetmesine, bu yetersizliği gidermek için o ürünlere yaşamsal bir ihtiyaç duymasına, durmadan bu tür detaylar içerisinde boğulmasına neden olan neo-liberalizmin bu tüketim dayatması gerçekten “delirtici” değil midir?

Gündelik hale gelen ve henüz diğeri bitmeden “ihtiyaç” haline gelen ürünler… Her biri bedenimizin ayrı bir noktasının “ihtiyacı” olan kozmetik malzemeleri, giyim, aksesuar, cinsiyetine göre ayrılmış diş macunları, bebek bezleri, cep telefonları… Her bir ürünün Max’ı, Plus’ı… Neo-liberalizmin “refah devleti/toplumu” inşası tam olarak bu “delirten detaylar” üzerinden yükselmiyor mu?

Trimagasi, nasıl delirdiğini anlattığı konuşmasının devamında pencereden attığı televizyon için “Bisiklet süren kaçak bir göçmenin üstüne düştü. O adamın ölmesinin suçlusu ben miyim?

Zaten orada olmaması gerekiyordu” diyor. Detaylar toplumu çıldırtırken, bunun yükünü canıyla ödeyen bir “kaçak göçmen”… Pek de yabancı sayılmaz, öyle değil mi? “Zaten orada olmaması gereken” milyonlarca insanın TIR’larda havasız bırakılarak, göç yollarında denizde boğularak, gittiği ülkelerde katledilerek öldüğü düşünülünce…

“Değişim asla spontane değildir”

Çağrışımlardan sıyrılıp filme devam edelim. Her katın yemeğe erişim anlamında bir karşılığı varken kat sayısı arttıkça bu erişim giderek azalıyor. En alt katları ise ölüm bekliyor.

Bir önceki ay, alt katlarda kalarak az beslenen ya da bir ay boyunca suya talim etmek zorunda kalanlar bir sonraki ay daha bol yiyeceğin geldiği bir kata geçtiklerinde alt katta yaşananlara dair tek bir kaygı duymuyor, salt karnını doyurmaya ve bir önceki ayın acısını çıkarmaya odaklanıyor. Bu açıdan bakıldığında her katın toplumsal bir kesimi, halk arasındaki sınıf katmanlarını temsil ettiği açıktır.

Karın doyurma kaygısı gerçek olduğu kadar birçok yaşamsal kaygıyı da barındırdığından simgesel bir seçimdir.

Filmin ilerleyen sahnelerinde, bu kez seyirci, şimdiye dek gördüklerine ilişkin çözüm noktasında düşünmeye sevk ediliyor.

Önceleri bina yönetimi hizmetinde çalışan ama kanser olunca son günlerini Delik’te geçirmeye karar veren karakterlerden İmoguiri, Delik’e “Dikey Öz Yönetim Merkezi demeyi tercih ettiğini” belirtiyor ve “Herkes sadece ihtiyacı olanı yeseydi, en alt katlara kadar inerdi” diyerek buradaki sorunun kaynağında, Delik’teki insanların paylaşmayı bilmemelerini, buna yanaşmamalarını ve ihtiyacı olanla yetinmeyi öğrenmemelerini görüyor.

Buna karşı da Delik’tekilere “spontane dayanışmayı öğretmek” için elinden geleni yapmaya odaklanıyor.

Ancak baş karakter Goreng, İmoguiri gibi düşünmüyor ve “Değişim asla spontane değildir hanımefendi” diyerek buna itiraz ediyor. Bunun için de bir sonraki kat arkadaşı ve “sıfırıncı kat”a ulaşarak Delik’ten çıkma çabasında olan Baharat isimli siyahiyi “yukarı çıkabilmek için en aşağı kata kadar inme” konusunda örgütlüyor.

Şiddet kullanarak önce yemeğin eşit dağıtımını, ardından bunun yetmeyeceğini anlayarak adaletli dağıtımını sağlamaya girişiyorlar. Ancak bir katta denk geldikleri “bilge insan”ın; onlara şiddetten önce ikna yöntemine başvurmalarını önerirken “vicdanı olmayan” yönetime değil ama sıfırıncı katta çalışanlara yöneltilecek bir mesajın Delik’teki bu durumu değiştireceği fikrine sıkıca sarılarak platformda en aşağı inmeye devam ediyorlar.

“Belli ki” dayanışma, eşitlik ve adalet yeterli değil

Sembollerle toplumsal kurtuluş mücadele yöntemlerine atıfta bulunurken, eşit ve adaletli dağıtım mücadelesinde başrolü erkeklere veren film; kadınları ise “spontane dayanışma” gibi daha liberal, reformist kalan bir mücadele biçimini benimseyen İmoguiri ile kaybolan çocuğunu arayan, tecavüz tehdidi ile karşılaştığı her katta özsavunmasını yapan Miharu’da simgeleştirmeyi tercih etmiş.

Bu yönüyle eleştiriyi hak eden filmin, sık sık Hıristiyan temaların arkasına sığınması, “komünist değil ‘akılcı’ olup adaletli bölüşümden yana olmayı” savunması; ucu açık bırakılan, sonlanmayan birçok nokta (mesajın gitmesi gereken sıfırıncı kattaki çalışanların kimi temsil ettiği gibi) ve zayıf bırakılan bir son ile belli eleştirilerin odağına oturması hiç de şaşırtıcı değil.

Ama en önemli nokta aşağı katlara inildikçe ortaya çıkan; ne eşit ne de adaletli dağılımın Delik açısından bir dönüştürücülüğü olmadığı gerçekliği! Çünkü çalışanlara 200 kat denilen ama kahramanlarımızın en az 250 kat olarak tahmin ettiği Delik, aslında herkesin beklediğinden çok daha fazla! “Belli ki” yalnızca dayanışma, yalnızca eşitlik ve yalnızca adalet ile ortaya serilen çelişkiler yok edilemiyor.

Belki de sorun tam olarak buradadır: Yani Delik’in işleyişi devam ederken bu işleyiş içerisinde dayanışma, eşitlik, adaletin ve bir mesajın çözüm olacağının düşünülmesinde… İşleyiş sayın seyirci, işleyiş… Delik var oldukça, daha adaletli, daha dayanışmacı bir işleyiş insanlar için çözüm getirmeyecektir. “Belli ki” gözler, işleyişin sahibi Delik ve yönetimin varlığına dikilmelidir. Ha, ne dersin sayın seyirci?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu