GüncelMakaleler

TC’nin sınır ötesi operasyonu ve beka stratejisi üzerine

Suriye iç savaşı ile birlikte Ortadoğu’da çelişkiler giderek daha karmaşık bir hal aldı. 2011 yılından bu yana birçok evrede seyreden bu çelişkiler, özellikle bölge devletlerinin dış politikalarını şekillendirmiş ve bu kapsamda ortaya konulan tasarrufun niteliği daha çok bölge devletleri ve emperyalistlerin imtiyazlarını merkeze alarak ilerlemiştir. Asimetrik ordu biçimi ile gerçekleştirilen işgal ile kökenleri oldukça eksiye dayanan çelişkiler kapsamında ortaya çıkan DAİŞ, bölgede tekfirci İslami hareket olarak bir katalizör görevi gördü.  Vahşet merkezli bir savaş konseptine sahip olan DAİŞ’in bölge devletleri karşısında konumlanışı ve bunun da ötesinde bu devletlerden sağladığı destek ile ekonomik ve siyasal dönüşümü kendi hilafet tahayyülü ile pazarlığa sunulmuştur. Bu kapsamda gerçekleştirdiği katliamlar ve alan geliştirme hamleleri belki en çok Şengal’in işgali ile gündeme geldi. Ancak DAİŞ açısından plan burada Kürt ulusal hareketin direniş duvarına çarptı. Bugüne dek DAİŞ’in bölgede en önemli engeli olarak YPG, uluslararası alanda prestij kazandı ve hatta başlattığı direniş ile uluslar arası bir çekim merkezi haline geldi.

Çözüm süreci kapsamında bir başarı elde edememesi, iç ve dış politikada yaşadığı tıkanıklık ve devamında Ortadoğu’da ittifak güçlerinin YPG karşısındaki yenilgisi AKP’yi tarihsel ve genetik rolünü tekrar devreye sokarak yanıbaşında giderek serpilen tehlikeyi yok etmenin planı içerisine soktu. Bu kapsamda rafa kaldırdığı çözüm sürecini gerçekleştirdiği katliamlarla taçlandırmaya çalıştı.

Bu noktada sınır ötesinde DAİŞ ve türevi tekfir-i örgütlere karşı direniş gösteren YPG’nin önünün kesilmesi gerekti. YPG’nin Rojava’da kazandığı zafer, açık bir şekilde TC’nin iç politikadaki krizini derinleştirecek bir yerde durmaktadır. Bu kapsamda bölgede süregiden savaşın ve KUH’un kazanımlarının savaş stratejisi ve taktiği, ülkedeki siyasal dengeleri etkileyici gücü ve tüm bunları çözme gücü açısından bizler için oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Bu açıdan TC kurmaylarının “yanıbaşımızda böylesi bir devletin kurulmasına asla izin vermeyiz” şeklindeki çıkışları da bu krizi yansıtmaktadır. Ancak burada dikkat çekici nokta TC’nin IKBY tarzı bir yapıya değil Rojava tarzı bir yapıya karşı çıkıyor olmasıdır. Bunun nedeni ise Rojava’nın sadece Suriye Kürtlerini değil aksine dört parça üzerindeki Kürtleri kapsayacak bir direniş ruhu ile açığa çıkmasıdır. Bu durum TC’nin kabusudur. Bundandır ki İran ile temasa geçilmekte, IKBY ile imtiyazlar kapsamında planlar yapılmaktadır. 

TC devleti bu korku kapsamında sürekli çıkışlar gerçekleştirerek Ermeni soykırımının 102. yıl dönümünde Şengal’e dönük hava saldırısı gerçekleştirdi.

 

Hava saldırının arka planı

TC devletinin PYD’nin hakim olduğu bölgelere gerçekleştirdiği hava saldırılarının genel kabul açısından elbet bir açıklaması söz konudur. Bu yukarıda da belirttiğimiz gibi KUH’un kazanımlarının engellenmesidir. Ancak daha özgün yanı ise referandum sonrası tedirginliği yüzünden okunan Erdoğan’ın toplum üzerindeki imaj ve prestijinin tesis edilmesi ve devletin bekasının çizgilerinin hatırlatılmasıdır.

Ancak bu noktada TC devleti DAİŞ karşısında savaş deneyi oldukça kapsamlı ve gelişmiş olan bir hareketi karşısına alarak bölgede daha çok bataklığa girmektedir. Tahmin edemeyeceği bir savaşın doğrudan şahsiyeti olmaktadır. Bu ise ilerleyen dönemde TC açısından ciddi bir yıkım anlamına gelmektedir. Her şeyden önce TC devleti bu saldırı ile Rusya ve ABD’nin bölgesel stratejisinde öne çıkmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda verdiği mesaj esas olarak bu devletleredir. ABD’nin kendine müttefik olarak seçtiği YPG’nin vurulması aslında bir çıkmazın ve gündem olmanın ürünüdür. Dolayısıyla YPG’nin denetiminde olan bölgelere yönelik saldırı koalisyon güçlerinin hamlesini boşa çıkarmayı hedeflemektedir.

Bu noktada ilerleyen dönemlerde TC, ABD ile yaşadığı krizi derinleştirmeye başlamış durumdadır. ABD Dışişleri Bakanlığının “Suriye’nin kuzeyi ve Kuzey Irak’a yönelik Türkiye’nin hava saldırılarından dolayı derin endişe duyuyoruz. Saldırılar koalisyon tarafından onaylanmadı. Endişelerimizi Türk hükümetine ilettik” açıklaması ilerleyen dönemlerde ABD’nin YPG’ye dair destek açıklamalarını ve tasarruflarını beraberinde getirebilir. Bir diğer konu ise Rusya’nın tavrıdır. Rusya, İdlib operasyonunu Suriye Ordusu ve YPG ile birlikte sürdürme kararı aldı. Bu nedenle YPG’ye yönelik saldırılar Rusya açısından da kabul edilebilir türden değildir.

Dolayısıyla TC’nin bu operasyonu bir krizi ifade etmektedir. Jeopolitik ilişkilerin dışına düşmüş, bölgesel stratejilerde oynadığı denge rolünü önemli oranda kaybetmiş, askeri gücü ciddi oranda dağılmış bir devletin savaş politikasında ısrar etmesi, bizzat tasfiye olmaya yüz tutmuş anatomisini ifade etmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu