MakalelerPusula

Yine ve her zaman “Ne Yapmalı?”

Lenin, Rusya’da devrimci çevrelerin amatörlüğüne ve yetersizliğine  karşı yazdığı “Ne Yapmalı?” kitabında devrimciler örgütünün olmazsa olmazlığını anlatır.

Çok kesin olarak ve itiraza yer veremeyecek şekilde şunları söyler: “İddia ediyorum ki; sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez.” (age, s: 125)

Rusya’da otokrasiye karşı verilen mücadelenin tarihi eskidir. Çok sayıda devrimci “çevre” hızlıca ortaya çıkmakta ve aynı hızla hem polisin takibatı-tutuklamaları hem de faaliyetlerinin teorik-politik darlığı nedeniyle yok olmaktaydılar.  Lenin, mevcut amatörlüklerinin farkında olduğu halde, yükselen kitle hareketlerine cevap olamamalarının kendisine acı ve utanç verdiğini anlatır. Önlerinde duran “devrimci örgüt” oluşturma görevini kavrayamayan “o sözde sosyal demokratlara karşı öfke”sini tutamaz. Hiç tereddütsüz belirlemesini yapar:

“İlkelliğimizle, Rusya’da devrimcilerin saygınlığını düşürmüş olmamız en büyük günahımızdır. Teorik sorunlarda duraksama gösteren, ufukları dar, kendi hareketsizliğini yığınların kendiliğinden hareketiyle haklı gösteren; bir halk sözcüsünden çok sendika sekreterine benzeyen, düşmanlarının bile saygısını kazanacak geniş ve yürekli bir plan düşünmekten aciz ve kendi profesyonel sanatında-siyasal polisle savaşım sanatında- deneyimsiz ve beceriksiz bir kimse- böyle bir kimse devrimci değil zavallı amatördür.” (S: 128) 

Aslında, “Ne Yapmalı?” kitabı devrimci “çevrelerin” içinde bulunduğu dağınıklığa, kendiliğindenliğe, ekonomizme ve bunları toplamı olan amatörlüğe “Artık Yeter!” kitabıdır. Mevcut bir iktidara karşı siyasal savaşım veren gizli bir devrimciler örgütü olmadan, zafere ulaşılamayacağının gerçekliği defalarca kez kendini göstermiştir. Bu yanıyla Lenin’in bu çalışması güncelliğini korumaktadır. Günümüzün ihtiyaçları ve ortaya çıkan olanaklarıyla birlikte tekrar tekrar değerlendirilmesi gereken bir çalışmadır.

Gerçekten de Gezi İsyanı’ndan Kobanê serhildanına, günlerce süren işçi grevlerine, Soma’dan Ermenek’e işçi katliamlarına, kölece çalışma koşullarına, tarım arazilerinin-yaylaların-derelerin yaşam alanlarının yok olması pahasına sermayeye peşkeş çekilmesine,  kadınların/LGBTİ’lerin seri cinayetlere dönüşmüş halde katledilmelerine, Kürt ulusuna karşı yürütülen faşizan savaşa ve daha sayılabilecek nice “yaşamsal” çelişkiye rağmen devrimci örgütlerin süreç içerisinden kitleselleşerek ve düşmana yönelik yıkıcı güçlerini büyüterek çıkamamaları, öncüleşememeleri bizi bir kez daha, teori ve politikanın ama bunlar kadar önemli olan örgütün/örgütlülüğün ustası Lenin’e yöneltmelidir. “Ne Yapmalı?” okunurken, teori ve politika üretmede, örgütlenmede karşılaştığımız birçok sorunun hiç de yeni ve sadece bize has olmadığı bir kez daha görülüyor.  Salt yukarıda kodladığımız paragraf dahi karşılaştığımız birçok sorunu özetlemektedir!

Hangi birimiz çalışmalarında kitlelerin, devrimcilere karşı güvensizliğinin olduğunu fark etmemişizdir? Veya ne yaparsak yapalım; kitlelerin mevcut durumundan çıkışının zor olduğunu, çalışmaların siyasal niteliğinin düşmesinin kitlelerin kendiliğindenciliği ile ilgili olduğu savunusuna denk gelmemişizdir? Gerekli deneyim ve beceriyi kazanmak için yeterli çaba göstermeyip de düşmanın yoğun baskısından, teknolojik takiplerin göz açtırmadığından bahseden sayısı az mıdır? Önümüzü açmak için zorunlu olan teorik yetkinliğin sağlanması için tüm alanlarda kadro ve militan eğitiminin yeterince sağlanmadığı her durumda “ufukların dar” olduğu açık değil midir? Nesnel gelişmelerin ortaya çıkardığı çelişkiler dâhil doğru bir siyasal ve örgütsel tavırla devrim lehine kullanılamıyorken, sürecin içinde saklı olanı çıkarma yeteneğine, ileri görüşlülüğüne sahip olmaktan, “geniş ve yürekli bir plan düşünmekten aciz” kalınacağı açık değil midir? 

Sorular çoğaltılabilir. Bunlar önemli ve güncel sorulardır. Bu cevaplandırmalar, bireysel düzlemde de, kolektif olarak komitelerde de tartışılmalıdır. Bizi atıl tutan, kendimize biçtiğimiz komünist öncü sıfatını bir olgu haline getirmemizi engelleyen tüm yüklerden kurtulmamız gereklidir. Bunları gerçekleştirmemek demek en başta halkımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmememiz demektir. Lenin, amatörlüklerinin farkına vardıkları ölçüde acı çektiğini ve utanç duyduğunu anlatıyor. Bizim önümüzde yüzyılı aşan bir sosyalist mücadele tarihi mevcuttur. Bununla birlikte Kaypakkaya yoldaşın, TİP, TİİKP ve her türlü reformizm ve revizyonizmden ideolojik/politik,  örgütsel olarak kopuşunun deneyimine ve bunun üzerinden 43 yıldır verilen bir mücadele pratiğine sahibiz. Yani ders çıkartmak ve öğrenmek için çok fazla kaynağımız vardır. Yeter ki öğrenmek ve yaşama geçirmek isteyelim.

 

Günlük sorunlardan dahi devrim sorununa ulaşabilme

Son yıllarda devrimci örgütler açısından ortaya çıkan en önemli sorun, siyasal ve örgütsel görevlerin kısa vadeli günlük, somut çıkarlar için feda edilmesidir. Bu reformizmdir.  Halkın yaşadığı acil, günlük sorunların çözümünün bizleri kitlelere daha çok yakınlaştıracağından hareketle içine girilen bu yönelim; ciddi bir boyuta gelmiştir. Çevre sorunundan, kadın mücadelesine, uyuşturucu çetelerin artan varlığından yaşanan ekonomik sorunlara kadar; çeşitli meselelere  “müdahil” olunmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu müdahil olma kaygısı doğrudur. Bizler mevcut sisteme karşı her çelişkiyi, en basit günlük sorunu bile kullanabilmeliyiz. Fakat esas mesele günlük sorunun dahil, “devrimin temel sorunu”  olarak ele alınabilmesi ve her halükarda amacın “inceleme-propaganda-örgütlenme” hattında bir kalıcılık ve mücadele çizgisi oluşturmak olduğunun görülmesidir.

Şimdiki çalışma tarzlarına baktığımızda, sürekliliğin sağlanmasından uzak, güncel kazanımlara endekslenmiş, siyasal niteliği olmayan yani mevcut iktidar ve sistemi ideolojik, politik ve askeri açıdan hedeflemeyen liberal esintilerden etkilenip hümanizmin etkisine giren, devrimci şiddeti yetkince kullanabilmek için hazırlık yapma yaklaşımına sahip olmayan bir tablo görürüz.

Halkın gerçek gücü; örgütlü bir şekilde sisteme darbeler vurabilmekle ve her alanda gedik açabilmekle ortaya çıkacaktır. Biz burada her türlü mücadele yöntemini kullanabilmekten ama en demokratik, en barışçıl dönemlerde dahi esas olanın gizli bir devrimciler örgütü yaratıp mevcut bütün çelişkileri yıkıcı bir nitelik taşıyacak şekilde sisteme yöneltebilecek yeteneğe, ileri görüşlülüğe, kavrayışa sahip olabilmekten bahsediyoruz.

Hangi “günlük” sorunun, nerede ve nasıl patlak vereceğini kestirmek zordur! Gezi’de ağaçların kesilmesiyle patlak veren öfkeyi, yıkıcılığı ve aynı zamanda yaratıcılığı düşünelim.

Sınıf mücadelesini dar bir şekilde salt işçi sınıfına ya da ekonomik taleplere indirgeyen yaklaşımın aşılmış olması ve emperyalist kapitalizmin ortaya çıkardığı ekonomik ulusal, cinsel, mezhepsel, ekolojik, politika her türlü sorunun komünist devrimcilerin gündemine girmesi önemli bir gelişmedir. Bu çelişkilerden dogmatik bir tarzda uzak kalınan dönemler olmuştur. Ama şimdi de bu çelişkilerin her birini sadece kendi yaşadığı mekân ve zamanla sınırlandıran, salt soruna ait kazanımları hedefleyen ve örgütlenmelerinde bu geçicilik üzerinden oluşturma bir yaklaşım gelişmiştir. Oysa ki sınıfsal mücadele; tüm bu sorunların ezilenler lehine tek bir kanala akıtılabilmesi ve egemenlerin iktidarını sallayacak, onları yıkacak bir niteliğe kavuşturmasıyla hedefine ulaşır…

Bütün bu sorunlar teori-politika ve örgüt konularında günceldir ve çözümleri bize bağlıdır. Sözü başlangıçta olduğu gibi yine Lenin’le bağlayalım.

Sağlam bir devrimciler örgütünün görevi ezilenlerin yaşam koşularının düşündüğümüzden çok daha geniş boyutlara ulaştırdığı ve gürül gürül akan tek bir sel haline getirilmesi gereken halkın bütün bu öfke damlacıklarını ve dereciklerini, deyim yerindeyse bir araya getirip yoğunlaştır[maktır].

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu