Yorum

Suriye’de Tampon Bölge’den Güvenli Bölgeye: SÜREKLİ SALDIRGANLIK HALİ!

Geçtiğimiz hafta Türk dışişleri ile ABD arasında yeni bir “koordinesizliğe” şahit olduk. TC devleti tarafından Suriye ile ilgili olarak yapılan açıklamalar ABD sözcüleri tarafından boşa düşürüldü. Süreç özetle şu şekilde gelişti; 11 Ağustos’ta Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu; “ABD ile güvenli bölge konusunda anlaşmaya varıldı” dedi. Bu açıklama aynı gün ABD Dışişleri Sözcüsü tarafından “herhangi bir bölge konusunda bir anlaşma yok” şeklinde tekzip edildi. TC devletinin konuya dair “düzeltmesi” 12 Ağustos’ta yaptığı yazılı açıklamada böyle bir bölgenin “fiili olarak” oluştuğu şeklinde oldu. Aynı gün Pentagon; “İncirlik’ten kalkan uçaklar Suriye içinde IŞİD’i bombaladı” bilgisini verdi. Bu sefer TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “İncirlik’ten kalkan ABD uçakları herhangi bir operasyona katılmadı, keşif uçuşları yapıyorlar” açıklamasında bulundu (13Ağustos). Ki bu açıklama da doğal olarak ABD’yi değil ama TC devletinin kendi kendisini boşa düşürmesine sebep oldu! Bu açıklamaları daha da süsleyen bir diğer iddia ise geçtiğimiz günlerde, Suriye’ye sokulan Sultan Murat Tugayı’nın içinde Türk ordusundan görevlilerin de olduğuydu. Bu iddia kesinlik kazanmasa bile söz konusu Türkmen savaş gücünün içine Türk askerlerinin/istihbaratının yerleştiğini düşünmek için ayrıca delillere de ihtiyaç yoktur. 

Söz konusu Suriye’de yaşanan süreç olduğunda, bu tarz durumlara genel olarak alışık olduğumuzu söylemek abartılı olmayacaktır. TC devletinin genel planda “stratejik derinlik”le malul dış politikası, özellikle AKP’nin iç politikada tribünlere dönük salvoları ile birleştiğinde TC devleti (özelde AKP) açısından sürekli boşa düşme durumu ve bunun ardından da düzeltilme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Ancak bu durumun durduk yere ortaya çıkmadığı da açıktır. TC devleti, Suriye iç savaşı ortaya çıktığından beri (yeni Osmanlı hülyası ile) ayrı güç hesaplarına girişmiş, bunun adımlarını alttan alta da olsa atmaya çalışmış nihayetinde birçok defa kafayı duvara vurarak (ya da kafasına vurularak) hizada kalma gerçeği ile yüzleşmiştir.

 

Hedefte Suriye Kürtleri ve kazanımları var!

Bugünkü durumda TC’nin Suriye’ye dönük politikasının merkezinde Suriye Kürdistanı (Rojava)’da oluşan fiili durum vardır ve hesaplar bunun üzerinden yapılmaktadır. Suriye’nin sürecine dönük bunca söylem ve eylemin arkasında yatan gerçeklik budur. Aynı gerçeklik iç politika ile dış politikayı dolaysız olarak birbirine bağlamaktadır. Şöyle ki; buraya kadar gelen sürecin gerisinde ABD emperyalizminin bölgeye dönük planları, özellikle Irak işgali ve Türkiye’nin sınırında (TC devletinin hiç de istemediği halde) fiili bir Kürdistan yönetiminin (Irak Kürdistanı’nda) oluşması vardır. TC’nin istemeden de olsa kabul edebildiği bu süreci derinleştiren olgu, Suriye de yaşanan süreçle birlikte bu sefer Suriye Kürdistanı’nda yeni bir Kürt yönetiminin (üstelik bu sefer PKK öncülüğünde) kurulması olmuştur.

Üstelik halihazırda bu yönetim kendine siyasal açıdan bir meşruiyet de sağlamıştır. Kürt ulusal mücadelesinin ülke içinde kat ettiği aşama ile birlikte hesaplandığında Türkiye’nin iç dengelerini sarsan bu gerçekliğe karşı TC devleti henüz istediği sonuçları alabilmiş değildir. Özellikle Kobane direnişi sadece DAİŞ çetelerine karşı bir zafer olmanın ötesinde siyasal denklemleri değiştiren bir karakter kazanmıştır. DAİŞ’in katil sürülerinden her türlü desteği esirgemeyen, “düştü düşecek” diye sevinen TC devletinin heveslerini kursağında bırakan gerçeklik de budur.

Hemen ardından ise Til Abyad’ın ele geçirilmesi ve Cizire Kantonu’yla Kobanê Kantonu’nun birleştirilmesi; buna paralel olarak Afrin Kantonu’nda aradaki bölgenin çetelerden temizlenerek, Kobanê Kantonu’yla birleştirilme ihtimalinin ortaya çıkması, TC’yi ürkütmüştür. Güney sınırlarında bir Kürt Koridorundan bahseder olmuşlardır. Bu durum Türk hakim sınıfları açısından kabul edilemez olarak ilan edilmiştir. Bütün bu süreç ilhak edilip, dört parçaya ayrılmış olan Kürdistan coğrafyasının politik olarak evrimleşme sürecidir ve TC devleti bu süreçte iradesizi oynamaktadır. Bir zamanların fırtınalar koparan “kırmızı çizgi” söylemi bugün ancak televizyon programlarında skeç konusu olarak kullanılmaktadır.

 

İpin ucu ABD emperyalizminde!

TC devletinin Suriye’ye girme hevesinin kökeninde de yukarıda özetlemeye çalıştığımız gerçeklik bulunmaktadır. Öncesinde “Şam’da namaz kılmak”, “Halep’i vilayet yapmak” isteyenlerin bugün artık bunları düşünmeye takati kalmamıştır. (Yine de komik olma pahasına ara ara havuz medyasında Halep’i Türkiye’nin 82. Vilayeti gösteren haberler yayımlanmaktadır!) ABD’nin daha önce kabul etmediği Suriye’de tampon bölge oluşturulması isteğinin, bugün güvenli bölgeye çevrilip yeniden öne sürüldüğünü görmek şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde Türk askerinin farklı kılıklarda bölgeye girdiğini duymak şaşırtıcı olmamaktadır. TC devletinin hesabı, bölgedeki fiili Kürdistan oluşumuna müdahale edebileceği bir pozisyon almak, istediği kadar etkin olamadığı politik dengelere yeniden dahil olmaktır. Ancak ABD’nin yaptığı açıklamalar ve izlediği siyaset, köpeğinin ipini şimdilik kısa/sıkı tutmak şeklindedir.

Burada yaptığımız “şimdilik” vurgusu önemlidir. Bugün açısından baktığımızda ABD emperyalizminin DAİŞ’e karşı müdahalede Kürtleri “dost” gördüğü yönlü açıklamalar bulunmaktadır. Ancak söz konusu olanın emperyalizm olduğu da unutulmamalıdır. Emperyalizm, her türlü kaynağın sınırsız ve rakipsiz sömürüsüne dayanır ve bu durum esas olarak onun dostlara değil uşaklara ihtiyaç duymasına neden olur. Burjuva siyasetin özü “dostluk” değil çıkar dalaşı/hesabıdır. Suriye’deki dengelerin/sürecin hâlihazırda tamamına ermediği, özellikle emperyalistler (Rusya-ABD) ve yerel aktörler (Esad yönetimi, İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer örgütler) arasında mücadele-müzakerelerin devam ettiğini göz önüne aldığımızda durum daha açıklayıcı olacaktır. Türkiye’ye gelen ABD Başkanlık Temsilcisi Brett McGurk’un “PKK bir terör örgütü… PYD ise bizim hukukumuzda farklı bir statüye sahip. PYD ve YPG Suriye’de DAEŞ’e karşı çok etkili oldular. Biz hava operasyonlarıyla DAEŞ’i bu bölgede zayıflatarak onlara yardım ediyoruz… Bizim Suriye Kürtleriyle işimiz, onların DAEŞ’le savaşı sürdüğü sürece devam edecek” (Hürriyet.com.tr/ 15.08.2015) söylemi ve ABD’nin TC’nin operasyonlarını destekler mahiyetteki açıklamaları meseleyi özetlemektedir. Emperyalist politika, değişen dengeler içinde Kürt ulusal mücadelesini terör örgütü/düşman olarak görmeye açıktır.

Yeniden Türkiye’ye dönersek eğer, Türk egemenlerinin Suriye’ye müdahale etme hevesleri, en azından uluslararası meşruiyet açısından şimdilik kursaklarında kalmış görünmektedir. Gayri meşru yöntemler ise uygulanmaya devam edecektir. Çözüm sürecinin “buzdolabına kaldırılması” ve son süreçte güdülen saldırganlık politikasının HDP’yi olası bir erken seçimde baraj altına itmek, zayıflatmak kadar terör bahanesiyle Rojava’ya müdahalenin önünü açmak ya da izlenecek baskı politikasını meşrulaştırmak gibi bir amacı da vardır. TC devletinin bu ve benzeri her türlü amacını bozacak olan ise emperyalist politikalar ya da bölgesel çıkar hesapları değil, bunlara karşı yürütülecek haklı mücadeledir. Halkın aydınlatılması bu açıdan görevimizdir. İster yeni bir ateşkes süreci yaşam bulsun ve isterse çatışma süreci devam etsin, TC devletinin faşist ilhakçı politikalarının teşhiri, Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkının savunulması sürece yaklaşımımızın esasını oluşturmaktadır. Bugün haklı bir talep olarak öne çıkan “barış” söyleminin bizim açımızdan doğru bir zemine kavuşması da ancak bu şekilde mümkündür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu