GüncelMakaleler

YORUM | Diziler ve Gerçekler

Kemalist medya ile AKP medyası arasındaki gerilim ekseninde pekçok büyük toplumsal sorunu örten veya manipüle eden medya ahlak(sızlık)ı neredeyse bütün dizilerde kendisini hissettiriyor; yaşatıyor.

2000’li yılların başlarından itibaren dijital platformların ve dolayısıyla paralı kanalların Ortadoğu’da da yaygınlaşmasıyla birlikte, televizyon dizilerinin ulusalcı kanallardaki ağırlığının sinema filmlerini geçtiği söylenebilir.

Türkiye’den özellikle Ortadoğu ülkelerine dizi ihracı da gün geçtikçe artmaktadır. Dizilerin biri başlayıp biri biterken, yaşanan bu dizi enflasyonu içerisinde hala sınıfsal sorunlara ağırlık veren dizilerin varolmayışını devlet, devlet ve toplumsal sistemin karakteriyle açıklamak mümkün. AKP’nin 20 yılı aşkın süredir politik dengelerin merkezinde yer alışının da etkisiyle bazı diziler –kadim ve evrensel bir “hammadde” olan aşkı da içerecek şekilde– Sünni muhafazakârlarla laik Kemalistler arasındaki sorun ve ilişkilere değinmeye başladılar.

AKP’nin bu dizilerden haz etmediğini RTÜK’ün bu dizilere verdiği cezalardan hemen anlayabiliyoruz. Ortodoks/kemikleşmiş -diyebileceğimiz- Kemalistler de AKP’liler veya selefi Sünniler, tarikatlar vs. kadar bu dizilerden haz etmeseler de, izlenme rekorları kıran bu yeni içerikli dizilere olan ilgiyi nasıl okuyabiliriz?

Daha önce Huzur Sokağı adıyla bir süre yayınlanan bu tarz dizilerden şu an Kızılcık Şerbeti (Show TV), Ömer (Star TV) ve Kızıl Goncalar (Now TV) en çok izlenen diziler arasında yer alıyor. Bu üç dizinin ortak noktalarından birisi, yaşam tarzları ve dinsel kimlik eksenli ortaya çıkan sorunları, Türkiye özgülüne uyarlamalarıdır.

Bu uyarlamaların çok geniş bir izleyici kitlesinin bulunmasını, yaşam tarzları ya da daha geniş bağlamda ifade edersek seküler-dindar, gerici-ilerici, muhafazakâr-liberal, batıcı-doğucu vb. karşıtlıkları üzerinden yaklaşık son yüz elli yıldır sosyal-politik olanları biçimlendiren kurumsallaşmalara, zihniyete ve kamplaşmalara bağlayabiliriz.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan batılılaşma hareketine öncülük eden bürokrat, asker, aydın kesimlerine karşı muhalefet eden selefi Sünni tarikat ve şeriatçı kesimler arasındaki gerilimler ve rekabet, TC devleti kurulduktan sonra da devam etmiştir. TC devletini kuran Kemalistler, yönlerini batıya dönerek batıcı bir ulus devleti kurma gayreti içerisinde, milliyetçilikle Kürtleri, laiklikle Sünni selefileri ve tarikatları, devletçilik ile halkçılık ekseninde ağırlıklı olarak emekçi kesimleri bastırarak kurum ve doktrinler geliştirmiş ve bunları devlete içkin hale getirmişlerdir.

Bunlara tepki gösteren her kesimi bastıran Kemalistler, bölgesel ve küresel konjonktürün de etkisiyle bu baskıları eski tarzda sürdürmeyi başaramadıklarından dolayı 1960’lardan itibaren Türk milliyetçisi, Batıcı/‘laik’ ulus devlete çok yönlü muhalefet büyümeye başladı. Marksist hareketlerin ve dolayısıyla emekçilerin muhalefeti, selefi Sünnilerinkinden daha büyük bir korku yaratmış olacak ki, Kemalistler, devlete bağlı kıldıkları tarikatlarla komünizme (reel sosyalizme) karşı dini bir set oluşturdular.

Ancak bu durum tarikatların politik arenada ve devlet içerisinde çok hızlı güçlenmesini sağladı. 1980’lerle birlikte iyice devlete çöreklenen bazı tarikatlar, Türk-İslam sentezinin de merkezine yerleştirildi. Böylece özellikle kırsal bölgelerde ve İç Anadolu’da birikmiş olan dinsel baskı, büyük bir dini-politik gücün ortaya çıkmasını sağladı.

Anadolu Kaplanları, MÜSİAD vb. ekonomik gücü, Refah Partisi ve selefleri ise politik gücü büyüterek -zaten eski bir geçmişi olan sosyal gücü de bu politik güce eklemleyerek- bu selefi Sünni damarın AKP aracılığıyla 20 yıldan fazladır hükümet olmasını sağlamıştır. İşte bu damar, yirmi yıldır Kemalistlerden ve din düşmanı ilan edilip tüm dini baskıların müsebbibi sayılan CHP’den intikam alırken; devleti ve halkların zihniyetini yavaş yavaş ele geçirmeyi de görece başarmıştır.

 

Politik atmosfere uygun yeni “hammaddeler”

“AKP’nin 15 Yılı” adlı kitapta (Seta Yayınları; 2018), AKP’nin “Sessiz Devrim” gerçekleştirerek, Türkiye’de yüz yıldır hakim olan bürokrat, asker, aydın zümresinin vesayetinin yok edildiğini ve böylece -Sünni Müslümanlar anlamında kullanılan- halkın, devletle barıştırıldığı iddia ediliyor.

Çeşitli AKP yöneticileri ve kurucularınca derlenen kitap, Türkiye’deki sınıfsal çatışmaları/sorunları, cinsel tabakalaşmayı/tahakkümü veya etnik gerilimleri/çatışmaları yer yer yok sayarken, yer yer de tali sayarak Türkiye’deki esas (en büyük) sorunun Sünni Selefi Müslümanlarla Batıcı Kemalistler arasındaki çatışma olduğunu iddia ediyor. Bu kitap, AKP’nin genel görüşlerini yansıtıyor ve ne yapmak istediklerini de açığa vuruyor.

Kemikleşmiş -diyebileceğimiz- Kemalistler ise AKP’nin karşı devrimci (Kemalist “devrim”i yani TC devletinin kuruluşunu ve ilkelerini kastediyorlar!) olduğunu; Cumhuriyet’in kazanımlarını yavaş yavaş yok ettiğini; esas hedefinin şeriat kurmak olduğunu vs. iddia ediyorlar.

Her iki politik akımın ortak noktası, sınıfsal, cinsel, etnik tahakkümü/sömürüyü yok sayması; yok sayamadığı noktada manipüle etmesidir. İşte bu ortak zihniyeti, bugünlerde, en çok reyting alan dizilerde de görebiliyoruz. Kızılcık Şerbeti, Ömer, Kızıl Goncalar adlı dizilerde, yüz yılı aşkın bir sorun, toplumsal sorunların merkezine yerleştiriliyor.

Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP’nin K.Kılıçdaroğlu döneminde helalleşme hamlesinin medya ayağı olarak da değerlendirilebilecek olan bu diziler, eski siyaset tarzının değişme zorunluluğunun görece kabul edilmesi şeklinde de okunabilir. Bu dizi yapımcıları, AKP’li olmadıklarından, tarikat/şeriat karşıtı bir devlet dinini yeniden restore etme kaygısıyla “gerçek İslam ile sahte İslam’ ayrımını alıyorlar.

Halkların çeşitli kesimlerinden, farklı kimliklerin bir arada yaşama arzusunun bir ifadesi olarak da okunabilecek olan bu dizilere ilginin de farklı yaşam tarzlarının biraradalığının nasıl sorunlar ve ilişkiler yarattığına dair merakın büyük payı olduğu anlaşılıyor.

Yıllardır hem gerçek hayatta hem de pembe panjurlu evlerle dolu “sınıfsız-sömürüsüz” mahallelerde yaşatılan Yeşilçam dizilerinde, karşı kutup gibi yaşayan selefi Müslümanlarla Batıcı Kemalistlerin günümüzde iyice iç içe girmesinin yarattığı yaşam tarzları, medyatik bir ilgi yaratmış durumdadır.

Ana akım medya bu ilgiyi, en büyük toplumsal sorunların arasında yer alan yoksulluk, işsizlik, emek sömürüsü gibi sınıfsal sorunlarla artık bir nevi katliamların eşlik ettiği cinsel tahakküm ve kendi yurdunda/evinde terörist muamelesi görerek bastırılan Kürtlerin varlığını ya görünmez kılmak ya da manipüle etmek için kullanıyor.

Kemalist medya ile AKP medyası arasındaki gerilim ekseninde pekçok büyük toplumsal sorunu örten veya manipüle eden medya ahlak(sızlık)ı neredeyse bütün dizilerde kendisini hissettiriyor; yaşatıyor.

Medya, aşk ve komşuluk ilişkilerini yeterince sömürmüş olacak ki politik atmosfere uygun yeni “hammaddeler” imal etmede pek fazla istekli görünüyor. 12 Eylül gibi insanlık dışı bir süreci, içeriksiz bir solculuk gösterimiyle sömürebilen medyanın, halkların zihinlerini manipüle etme yetisi, günümüz açısından en büyük sorunlar arasında sayılmaktadır. Halkların bilincini en fazla biçimlendirebilen, manipüle edebilen ve yönlendirebilen medyanın yarattığı politik güce karşı alternatif bir güç yaratılıp büyütülmek zorundadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu