GüncelMakaleler

ANALİZ | Kadın Düşmanı Taliban, Afganistan’da Nasıl Tutunabiliyor?

"Afganistan’da –İran’ın aksine- kapalı cemaatler oluşturan aşiret ve tarikatların sosyal denetim mekanizmalarının daha güçlü olmasını sağlayarak, sosyal dokuların ataerki ekseninde örülüp yeniden üretilmesi dolayısıyla İran’daki gibi 20. yüzyılın başlarına kadar geçmişe giden bir kadın hareketi de gelişmemiştir."

2020 yılında Afganistan Devleti’ni yeniden ele geçiren; kadın düşmanlığında sınır tanımayan uluslararası güçler/kamuoyu tarafından tanınmak için verdiği sözleri de, beklendiği gibi çiğneyen Taliban, her geçen gün kadınlara bir yasak daha getirerek onları sosyal, ekonomik, siyasal hayattan tamamen tecrit etmeye çalışıyor.

Eğitim hakkını ilkokulla sınırlayan Taliban, üniversiteleri kadınlara tamamen kapattı. İran’daki kadın isyanından da korkan Taliban, kadınlara her gün yeni yasaklar getiriyor.

Hakkını arayan kadınlara şiddet uygulamaktan çekinmeyen Taliban’ın bu kadın düşmanlığını sürdürüp büyütebilmesi, salt şiddet içerikli politikalarla mümkün olamaz. Bu kadın düşmanlığının erkek egemenliğin güçlü birikimi ve sosyal kurumsallaşmalarıyla temellendiği aşikar.

1990’larda da devlet yönetimini ele geçirmiş olan Taliban, o dönemden beri kadın düşmanlığını alenen savunuyordu. 1990’larda kız çocukların okuma-yazma öğrenmesini bile yasaklayarak uluslararası kamuoyunun büyük tepkisini çekmişti. Akabinde Taliban, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği emperyalistler tarafından hayata geçirilen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin meşruiyet ekseni olan terörizmin odak noktalarından birisi haline getirildi. Taliban’ın bu uygulamaları da, ikiyüzlü bir şekilde, Afganistan işgalinin meşrulaştırılmasında emperyalist kapitalist ülkelerin medyası tarafından geniş şekilde işlendi. ABD ve İngiliz emperyalistleri tarafından ilk hamle yapılarak işgal edilen Afganistan’da ardından Kanada, Danimarka, Fransa, Almanya, Avustralya, İspanya, İtalya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç’in de katılımıyla 2006’ya gelindiğinde yaklaşık 33 bin bölük mevcuttu.

Bunca güce rağmen, yıllarca Afganistan’da deyim yerindeyse at oynatan emperyalistler karşısında, Pakistan’da da geniş bir tabanı bulunan Taliban, işgal karşıtlığına yönelik stratejisiyle aşiret ağırlıklı sosyal dokularda var olabildiğinden dolayı güçlenmeye devam etti ve ardından da tüm Afganistan çapında kontrolü ve ardından da devlet iktidarını ele geçirdi.

Afganistan özgülündeki iktidar ilişkilerini anlamak ve Çin’deki çok merkezileşmiş devletten ya da Kuzey Amerika’daki ademi merkeziyetçilik eksenli güçlü merkezi ulus devletten farklarını anlayabilmek için, iktidar/güç ilişkilerinin temellendiği, yayılıp güçlendiği ve yeniden üretildiği ana alanlardan birisi olan sosyal dokuyu da anlamak gerekiyor.

Kadın düşmanlığının neden ve nasıl bu kadar güçlü olabildiğini de bu eksenden başlayarak incelemek, bize ekonomist darlıklardan çıkmayı sağlayan çerçeveler sunabilir.

Özgün aşiretsel yapısıyla Afganistan…

Afganistan, binlerce yıldır toprak ve etnik aidiyetliği güçlü olan aşiretlerin biçimlendirdiği güç ilişkileriyle yönetilmektedir.

Son üç bin yıldır sık sık işgallerin odaklarından birisi olmasına rağmen, coğrafi avantajların (sarp ve yüksek dağların) etkisiyle varlığını sürdüren aşiretlerin gücünü dünyanın en güçlü ordularına sahip Rus Sosyal Emperyalizminin (1979-1989) veya ABD emperyalizminin diğer önce İngiltere ve ardından diğer ittifaklarıyla birlikte gerçekleştirdiği işgal (2001-2020) bile kıramamıştır.

Aşiretler, silahlı güç odakları olarak, toprağa bağlı/bağımlı birer küçük devlet gibi biçimlenerek ataerki ve güç tapıcılığı/dengeleri ekseninde hareket ettiklerinden dolayı, bir taraftan güçlü merkezi bir devletin oluşumunu (Çin, ABD, İngiltere vb’de olduğunun aksine) engellerken, her aşiretin daima daha güçlü olma eğilimiyle/hırsıyla bölge devletleri veya hegemon devletlerle işbirliğine de açıktır. Kendi toprakları ve egemenlik alanı bulunan yerel savaş ağaları pozisyonunda aşiretler, güç hırsıyla iç çatışmaların süreklileşmesini sağlayarak, sosyal dokuların da bu çerçevede biçimlenmesini sağlayabiliyor.

Ataerki eksenli güç savaşlarının politik arenayı da aşiret odaklı biçimlendirmesi sonucu, kadınların annelik (çocuk doğurma ve ücretsiz köleliğe dayalı) statüsü/kimliği dışında pek fazla bir hareket alanı bulunmamaktadır. Her aşiret kendi egemenlik alanı içerisinde güçlü ve baskıcı politik ilişkileri hakim kılmasının yanı sıra, görece bir coğrafi yalıtılmışlığın yarattığı toplumsal arası etkileşimin zayıflığı da kadınların daha fazla toplumsal-siyasi özgürlüğe kavuşmasını engellemekte. Aşiretlerin güçlü, ataerkil ve tahakkümü sosyal denetim mekanizmalarını, politik varlıklarının bekası olarak ve genelde din gibi güçlü bir aidiyetlikle hakikat paradigması üretebilen kimlik ekseninde biçimlendirip korumaları, kadınların mücadelesini kısıtlayıcı bir toplumsallığı pekiştiriyor.

Hegemon veya bölge devletlerinin aşiretleri müttefik olarak kendisine eklemleme eğilimiyle birlikte değerlendirildiğinde, Afganistan’da kadınların –demir bir kafes içerisinde- kendi güçlerine dayalı olarak politik mücadele geliştirme olanaklarının zayıf olduğu söylenebilir.

Uluslararası hareketin etkisinin yerellerde daha fazla hissedildiği günümüzde Afganistan’da kadınlarla dayanışma geliştirip Taliban’ı zayıflatmak, bölge halkları ve emekçileri tarafından öne çıkan politik bir hat/görev oluşturuyor. Aşiretlere dayalı güç/iktidar ilişkilerini sınıfsal çelişmelerden bağımsız değerlendirmek elbette mümkün değilken, diğer yandan böylesi bir ülkede emek mücadelesinin dinsel, etnik ve cinsel kimlikler ağırlıklı olmak üzere ezilen kimliklerin mücadelesiyle birleştirebilen politik hatlar daha etkili olmaktadır.

Militarist ya da baskıcı eksenli oluşturulan komplovari kuramların yaslandığı “Taliban’a hegemon güçlerin ihtiyacı var” şeklindeki yaklaşım, her ne kadar kısmen bir gerçeklik içerse de, Ortadoğu ve Orta Asya gibi çok farklı kimliklerin ve aşiret/kabile gibi merkeziyetçi yönü güçlü, eril iktidar odaklarının varlığı, bu yaklaşımın odak noktası olarak ele alınamayacağını gösteriyor. Sosyal kurumların (üst yapının), genel ve tarihsel anlamda, siyasal kurumlardan daha güçlü, uzun ömürlü, istikrarlı olduğu gözönüne getirilirse, aile kurumunun eril ve güçlü niteliğiyle birleştirilen aşiret yapılanmasının politik arenanın en güçlü “aktör”leri (eril güçleri) arasında yer alışını daha geniş çerçevede değerlendirebiliriz.

Emperyalistlerin ve yerel güçlerin hegemonya dalaşında üzerine beton dökülen kadınlar…

Taliban, Afganistan’daki Peştun etnisitelerini, aşiretin ve selefi İslam kurumsallaşmaları ekseninde paradigmasının merkezine yerleştirirken, Pakistan’daki Peştun aşiretlerin varlığı ve bölge devletlerin egemenlik sınırlarının rahatça aşılabilmesi gibi avantajları da kullanarak kendisine geri cephe yaratmış ve böylece güçlenme ivmesini korumuştu.

Devleti tekrar ele geçirdikten sonra hegemon devletler arası çelişkileri kullanan Taliban, Çin ve Rusya emperyalistlerinin ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün kısmi desteğini alabildiği için kadınlara karşı saldırılarını boyutlandırma cesareti de bulabilmiştir.

NATO ile ŞİÖ, dünyadaki iki emperyalist blokun örgütleri olarak Afganistan’da da rekabet halindedir. NATO’nun yenilgiyi kabul ederek 2020’de buradan çekilmesiyle ŞİÖ, daha rahat at koşturabilecek alan bulmuştur ki Pakistan’ın ŞİÖ’ye üye yapılması ve zaten Orta Asya’nın 2005 yılından sonra tümden NATO’ya (ve AB-MD’ye) kapanmış olması dolayısıyla iyice güçlenen ŞİÖ, NATO’yu bölgeden tamamen çıkartmak için Taliban’ı araç olarak kullanmak istiyordu. Dolayısıyla ŞİÖ devletleri de Taliban’ın kadınlara yönelik düşmanlığı sessizce onaylıyorlardı.

Bu küresel denge ve ilişki ağları, yereldeki özgüllüklerle birlikte ele alınınca, kadınların durumu daha geniş bağlamlarla anlaşılabilir.

Afganistan’da –İran’ın aksine- kapalı cemaatler oluşturan aşiret ve tarikatların sosyal denetim mekanizmalarının daha güçlü olmasını sağlayarak, sosyal dokuların ataerki ekseninde örülüp yeniden üretilmesi dolayısıyla İran’daki gibi 20. yüzyılın başlarına kadar geçmişe giden bir kadın hareketi de gelişmemiştir. İran’daki şehirlerde, aşiret bağlarının zayıflayıp liberal veya ilerici-devrimci hareketlerin güçlenmesi dolayısıyla, Eylül 2022’de başlayıp aylardır süren kadın isyanı, Molla rejimini sallayabilmiştir. Ancak Afganistan’da kadınların mücadelesinin böylesi bir birikimi/geçmişi olmadığı gibi, hala, baskıya karşı durabilecek bir ortaklaşma bile sağlamaları mümkün olamamıştır.

Coğrafi koşulların yarattığı iletişim sorununu çözebilen internet, televizyon vb. modern araçların kısıtlanması ya da yasaklanması yoluna başvuran Taliban bu sayede şehirlerde filizlenen küçük kadın örgütlenmelerini bile kolayca bastırabilmektedir. Taliban, Rusya, Çin, İran, Türkiye, İsrail, Lübnan gibi Afganistan’a yakın ülkelerdeki kadınların kazandığı siyasal-sosyal özgürlüklerin, Afgan kadınlarını etkileyebildiğini iyi bildiğinden dolayı, bu bölgelerle olan iletişimi kısıtlamaya büyük önem atfediyor.

Taliban, bütün güç/iktidar ilişkilerini, etnik ve dinsel kimliklere dayalı ördüğü paradigmaları, anlam evrenleri ve kurumsallaşmalarla biçimlendirmeye çalışırken; sınıfsal çelişkileri de bu büyülü hakikatlerle rahatça manipüle edebildiği gibi “kadın yoksa toplum da yoktur” şeklindeki mutlak gerçekliği ve cinsel kimliği de manipüle edebiliyor.

Hem etnik hem dinsel kimliği etkili şekilde kullanabilen Taliban, bu iki kimliğin –sınıfsal, cinsel, mesleki kimliklerin aksine- toplulukların veya toplumların bütünselliğini, birliğini, bekasını vs. temsil edebilme niteliğini, hakikat paradigmasının merkezine alarak, Afganların binlerce yıllık işgal, ilhak, sömürge karşıtlığına dayalı direniş kültürünü de kendisine eklemleyerek kadınlar gibi işçiler, öğrenciler veya etnik/dini diğer kimlikleri bastırırken çok zorluk çekmiyor.

Taliban, sosyal dokuları toplumsallığın varoluş dinamiklerine aykırı şekillerde örüp yeniden üretime ağırlık verdiği halde toplumsal varoluşun merkezinde yer alan kadını çok boyutlu bastırabilmesini, salt politik-askeri gücüyle değil, binlerce yılın birikimiyle inşa edilmiş eril sosyal kurumların varlığı ve yine binlerce yılın birikimiyle inşa edilmiş direniş geleneğini kendisine uyarlayabilmesiyle politik gücünü korumasına bağlayabiliriz. Uluslararası ve bölgesel güç dengelerini de gözeten Taliban, bu sayede kendine hareket alanı yaratırken; kadınları daha fazla baskılayacak adımları atma cesareti bulmuştur.

Diğer taraftan İran’daki kadın isyanından ürken Taliban, kadınların üniversitelerden tamamen dışlanmasını sağlamasını, kadın gücünden ve isyanından korktuğu şeklinde yorumlayabiliriz.

Kadınların mücadelesinin genelde öncü kadınlarca geliştiğini bilen Taliban, yetişmiş kadın öncülerini bulmak için böyle bir adım atarken, kadınların ekonomiden de tamamen dışlanmasını ve böylece ekonomik-siyasal gücünü yitirmiş kadının sosyal olarak zayıflatılıp bağımlı ve eve hapsedilmiş olarak annelikle yetineceğini hesap etmektedir. Kutsal anne statüsüyle kadınları bir nevi toprak/tarla ya da kuluçka makinesine dönüştürmek isteyen Taliban, eril iktidar odaklarının kristalize olmuş temsilcilerinden birisi olarak değerlendirilebilir.

Taliban’ın kadın düşmanlığının boyutu iktidar/güç ilişkileri ile kadının baskılanışı arasındaki güçlü bağı veya sınıfsal ilişkilere dayalı sorunlarla toplumsal cinsiyet ilişkilerine dayalı sorunların içiçeliğini daha iyi görmeyi sağladığı söylenebilir. Devletin bütün türlerinin eril karakterinin aleni ve dominant oluşundan da görülebileceği gibi ataerkiye karşı mücadele daima iktidar ve eril devlete karşı mücadeleyi de içerir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu