DerlediklerimizGüncel

SÖYLEŞİ- Daher Kanaani: | Filistin halkının meşru hakları için yürüttüğü mücadelenin tarihi Hamas’tan çok önce başladı, ondan sonra da sürecek”

Vecih Cundan tarafından Bianet'te BDS Türkiye’den Daher Kanaani ile yapılan söyleşide, "Filistin Direnişi’nin sadece Hamas’tan ibaret olduğu ya da bu savaşın bir ‘din savaşı’ gibi gösterilmesi işgal devletinin ve Siyonist hareketin savunucularının sıkça kullandığı argümanlardır" şeklinde vurgu yaptı.

İçlerinde FHKC’nin de olduğu 14 örgüt öncülüğündeki Filistinli direniş gruplarının, 7 Ekim’de Gazze Şeridi’nden İsrail’e başlattığı ‘Aksa Tufanı’ operasyonunun yankıları sürüyor.

BDS Türkiye’den Daher Kanaani ile Filistin Direnişi’nin tarihsel seyrini, ‘Aksa Tufanı’ operasyonunu, İsrail’in Gazze saldırılarını ve İsrail’e karşı boykot hareketini konuştuk.

170’ten fazla Filistinli siyasi parti, sendika, demokratik kitle örgütünden oluşan geniş çaplı bir koalisyonun öncülüğünde 2005 yılında kurulan BDS hareketi (Boycott, Divestment and Sanctions), İsrail’e karşı boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar uygulanması için mücadele ediyor.

‘Aksa Tufanı’ operasyonunu, Filistin mücadelesinde ‘tarihi bir dönüm noktası’ olarak nitelendiren Kanaani, “Hem Filistinliler nezdinde büyük bir umut ateşi yarattı hem de İsrail’in ‘yenilmez’ addedilen askeri gücünü sarstı” dedi.

Gazze’deki Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı başlattığı operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz? Böylesine kapsamlı bir operasyon nasıl mümkün oldu?

Bu operasyonun zamanlaması, boyutu, şekli ve ilk sonuçları bakımından hem Filistin halkı için hem işgal devleti için hem de bütün bölge ve dünya için şaşırtıcı ve sürpriz bir operasyon olduğunu söyleyebiliriz. Hele ki Gazze’deki kısıtlı imkanlar ve bu imkanlarla yapılabilecekler düşünüldüğünde.

Son yıllarda Hamas’ın büründüğü sessizliğin süreceği yönünde beklentiler de hakimdi. En azından Filistin Yönetimi tarafında böyleydi -ki işgal devleti de belki öyle düşünüyordu. Ancak gelinen noktada bu operasyonun hem hazırlığıyla hem de boyutuyla şaşırtıcı olduğu kadar önemli bir tarihsel dönüm noktası da olduğu kanaatindeyim.

Aslında tabii ki bu operasyonu, birikmiş bir direnişin devamlılığı olarak addetmek doğru olur. Gerçekleşen eylemliliklerin, aslında Lübnan Hizbullah’ının [2006’da] başlattığı direniş tarzının da devamı olduğu görülüyor. Ve elbette ki Filistin halkının 60’ların sonunda ve 70’lerin başındaki direniş pratikleriyle de benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz.

“Ekim Savaşı’nın yıldönümü”

Sonuç itibariyle, uzunca bir süredir İsrail işgal devletinin ve ordusunun tahakkümü altındaki bölgelerde böylesi bir askeri eylem manzarası görülmemişti. Şimdi bu eylemin anlamını ve nasıl bir tarihsel dönüm noktası olduğunu değerlendirecek olursak…

Birincisi; 50 yıl önceki Ekim Savaşı’nın yıldönümünden (6 Ekim) bir gün sonraya denk getirilmesi dikkat çekiyor. Mısır ve Suriye orduları da 1973 savaşında İsrail’e yönelik ‘sürpriz’ bir saldırı başlatmıştı. Bu hamlenin amacı işgal altındaki Suriye’nin Golan Tepeleri ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nın kurtarılmasıydı. 1948 ve 1967’de bütün Arap ordularını yenilgiye uğratan İsrail, Ekim Savaşı’nda önemli bir darbe aldı.

1948’de kuruluşunu ilan eden ve kurulduğu günden itibaren işgal alanını genişletmek isteyen İsrail devleti, işgali tarihsel Filistin sınırları dışında sürdürmenin ‘çok külfetli’ olduğuna kanaat getirmiş oldu. 1973 savaşının ‘tarihsel bir dönüm noktası’ olarak addedilmesinin nedeni İsrail’in yenilip yenilmemesinden öte, bu ‘genişleme’ hamlelerinin durdurulmuş olmasıdır.

“Tüm bunlar İsrail tarihinde bir ilk”

Filistin Direnişi’nin bugünkü eylemliliği de uzunca bir süredir sessizce hazırlamış oldukları, sabırla ve itinayla inşa ettikleri bir model ile İsrail’in kendi gücüne çok güvendiği bir dönemde ve tahmin etmediği bir günde gerçekleşmiş oldu. Karadan ve havadan, kısmen denizden yürütülen bu ‘sınır ötesi’ operasyon ile İsrail askerlerinin Gazze Şeridi hattından püskürtüldüğü bir gün geçirdik.

Tüm bunların, İsrail tarihinde bir ilk olduğunu unutmamak gerek. Hamas tabii ki daha farklı yöntemlerle daha fazla zayiat yaratabilirdi. Ancak bu operasyonda aslında iki temel mesele vardı. Zayiat verdirmekten çok alınan esir sayısı önemli. Filistin davasında ve Filistinlilerin siyasal hafızasında, Filistin için mücadele eden ve İsrail tarafından esir tutulan Filistinli direnişçilerin özgürlüğü önemli bir başlıktır. Şalit değiş tokuşundan bunu hatırlıyoruz. Bir esir asker karşılığında neredeyse 2000 Filistinli serbest bırakılmıştı. 2006 savaşında Hizbullah da benzer bir hamle gerçekleştirmişti. Şimdi ise net sayı henüz bilinmemekle beraber, aralarında üst düzey komutanların da bulunduğu çok sayıda İsrail askerinin esir alınmasının Filistinli esirlerin özgürleşmesi için tek seçenek olduğunu unutmamak gerek.

İkincisi; savaşın artık Gazze’den İsrail’in içine taşınmış olmasıdır. Yaklaşık 20 yıldır abluka altında olan ve kısıtlı imkanlara sahip bir bölgede bile yaratıcılıkla, sabırla ve itinayla hazırlanan Direniş’in, İsrail’i nasıl bir durumda bıraktığını hep birlikte görmüş olduk. İsrail’in hep bahsettiği ‘en güçlü ordu’ ve ‘en iyi istihbarat servisi’, ‘en güvenli bölgeler’ vb. imajı deyimi yerindeyse çöktü.

Dolayısıyla tüm bunların hem Filistinliler nezdinde büyük bir umut ateşi yarattığını hem de İsrail’in ‘yenilmez’ addedilen askeri gücünün sarsıldığı bir dönüm noktası olduğunu belirtmekte fayda var. Elbette İsrail intikam için elinden geleni fazlasıyla yapacaktır ancak mevcut denklem ve özellikle İsrailli esirlerin varlığı hareket alanlarını sınırlayacaktır da.

“Gazze’nin önemi”

Şimdi bu operasyonun nasıl mümkün olduğu meselesini açmak gerekirse… İki şey söylenebilir. Birincisi; Filistin halkı için Gazze Şeridi yıllardır süren ablukaya rağmen ilk özgürleştirilmiş alan olarak da görülüyor. 1950’lilerden itibaren Gazze çok önemli bir direniş merkezi idi.

1948 yılında ABD ve İngiltere’nin desteğiyle İsrail kurulurken Filistin’de bir etnik temizlik gerçekleştiriyor. Süreç içinde Filistinliler Batı Şeria’ya, Ürdün’e, Lübnan’a, Suriye’ye olduğu kadar Mısır’a da sürülüyor. Mısır’a komşu olan Gazze Şeridi, bugün dünyada nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu yerlerin başında geliyor. Ayrıca Gazze’nin nüfusunun (2,3 milyon kişi) yüzde 90’ı Filistin’in farklı bölgelerinde buraya gelen mültecilerden oluşuyor.

Gazze, Filistin solunun bölgede hâkim olduğu dönemlerde de Direniş’te ön plandaydı. Hatta çeşitli Filistin sol örgütlerinin ve Fetih’in de kurulduğu yer Gazze idi. Bu anlamıyla Gazze, hep direngen ve Direniş’i ön plana çıkartan bir bölge olagelmiştir.

Üstelik İsrail hem Gazze’yi hem de Batı Şeria’yı işgal ettiği vakit, Batı Şeria’da yerleşim bölgeleri kurdu ancak Gazze’de hiçbir zaman bu hedefine tam anlamıyla ulaşamadı. Ve malum, 2005 yılında Ariel Şaron döneminde Gazze’den çekilme kararı aldı.

“Direniş özenle ve sabırla hazırlandı”

Bu süreçte Filistinli gruplar arasında ayrışmalar yaşanırken Gazze’de de yeni bir dönem başlıyordu. Hamas yönetiminin kurulduğu, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi varlığının bulunduğu ve İsrail’in olmadığı bir alanda Filistinliler artık kendi toprağı üzerinde kendi silahlı gücünü oluşturmaya başladı. Elbette 1980’lerin ortasında başlayan ve sonrasında 1990’larda yoğunlaşan ve 2000 yılında Lübnan’ı özgürleştiren Hizbullah’ın askeri deneyimlerinden fazlasıyla yararlanıldı.

Filistinliler, Gazze’de bu askeri deneyimin üzerine bir kat daha çıktılar ve yeni yöntemler geliştirdiler. İsrail’in ‘Demir Kubbe’ adlı hava savunma sistemini aşacak ya da Merkava tanklarını durduracak roket ve füzelerin geliştirilmesi veya İsrail içlerine doğru sızabilecek yeraltı tünellerinin kazılması gibi.

Evet, tünellerin bulunduğu bir coğrafya yarattılar çünkü yer üstünde çok üst düzeyde imkanlara sahip bir işgal ordusu var. O yüzden Direniş yeraltında gelişiyor. Tüm bunları düşündüğümüzde Direniş’in uzun bir süre özenle, sabırla bir hazırlık süreci geçirdiğini görmüş oluyoruz. Tabii ki bir de sürpriz faktörü var ki bunun da Direniş’in, Mossad’ın Gazze’ye tam anlamıyla nüfuz etmesini engellemeyi başarmış olabilmesi nedeniyle gerçekleştiği kanaatindeyim.

“Operasyonda Direniş Ekseni’nin izleri var”

Aksa Tufanı operasyonu ve Gazze’ye yönelik yeni saldırı dalgası Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme sürecini etkiler mi?

Şimdiden net bir okuma yapmak pek mümkün değil ama çok etkileyeceğini zannetmiyorum. Tabii ki önemli bir etken ancak tek başına belirleyici bir etken değil.

Çünkü geldiğimiz noktada yeni kutuplarla ve ittifaklarla şekillenen bir dünyadan bahsediyoruz. Coğrafyamızdaki ittifak dinamikleri de iki eksende şekilleniyor. Bir yanda İran, Suriye ve Hizbullah öncülüğündeki Direniş Ekseni’nin, diğer yanda ‘normalleşme’ yanlısı Arap ülkelerinin belirgin olduğu iki hat izlendiğini görebiliyoruz.

Tabii ki bu operasyonun [Aksa Tufanı], Direniş Ekseni’nin çizgisinde bir eylemlilik olduğu görülüyor. Ancak ‘normalleşme’ yanlısı olan Arap ülkelerinin geri adım atmalarına neden olup olmayacağını bugünden kestirmek güç. Ancak şurası net ki bu operasyonla bir dönüm noktası olacağı aşikâr.

Operasyonun ardından Arap dünyasından gelen açıklamalara baktığımızda Filistin Direnişi’ni ya da Hamas’ı suçlayan bir çıkış görmedik. Daha çok İsrail’i sorumlu tutan ya da taraflara itidal çağrısı yapan açıklamalar ön plandaydı. Bu eğilimden hareketle de İsrail’le ‘normalleşme’ görüşmelerinin sonlanmasa bile yavaşlayabileceğini söyleyebiliriz.

“Direniş bu görüntülerden ibaret değil”

İsrailli sivillerin hedef alınması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, bir savaş içinde bile olsa ahlaki bakımdan sorunlu olabilecek kimi görüntüler gördük. Diğer yandan özellikle İsrail yanlısı, işgal yanlısı, Siyonist hareket yanlısı kesimlerin sanki Filistin Direnişi bundan ibaretmiş gibi göstermeye çalıştıklarını da gördük. Sivil kıyafetle esir alınanların bir kısmının silahlı yerleşimciler ve işgal ordusunun askerleri olduğunu da unutmamak gerek.

Sivillerin esir alınması özellikle ön plana çıkarılan bir konu oldu. Tabii ki bu görüntüleri savunmak adına değil ama şunları da hatırlatmakta fayda var: Yaklaşık 20 yıldır abluka altında olan Gazze halkının, mültecilerin yaşadığı koşullar; eğitimden, sağlıktan mahrum kalınan bir yaşamdan, giriş çıkışların sınırlı olduğu hatta hiç olmadığı, elektrik kesintilerinin günlük olarak 20 saate kadar vardığı bir bölgeden söz ediyoruz. Temiz su çok nadiren bulunuyor. Tüm bu zor koşulları görmeyen ya da görmezden gelenlerin ahlaki bakış açısını sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.

Şunu da özel olarak vurgulamak istiyorum. Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın komutanı Muhammed ed-Dayf, operasyona ilişkin ilk açıklamasında kadınların, yaşlıların ve çocukların hedef alınmaması konusunda açık bir biçimde savaşçılarına seslendi.

“Türkiye İsrail’le iyi ilişkilere sahip”

Türkiye’nin kriz karşısındaki tutumu konusunda değerlendirmeniz nedir?

Türkiye zaten tarihsel olarak İsrail ile -istikrarlı olmasa da- iyi ilişkilere sahip. Ayrıca bilindiği üzere Türkiye, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler arasında İsrail’i tanıyan ilk ülke. Ve sonuçta Türkiye bir NATO ülkesi ve bu anlamıyla da İsrai’le bir ittifak ilişkilenmesi içerisinde ilerledi.

Türkiye-İsrail ilişkileri zaman zaman yaşanan siyasi gerilimlere rağmen gerek diplomatik gerek askeri gerek istihbarat düzeyinde sürmeye devam ederken, özellikle ticari ilişkilerin kesintisiz bir şekilde geliştiğini de biliyoruz. Son yıllarda ise ‘normalleşme’ adımlarıyla yeni bir sürece girildi.

Dolayısıyla Filistin meselesi Türkiye için başlıca gündem değil. Türkiye şu an kendi iç gündemleriyle meşgul. Zaten halihazırda taraflara itidal çağrısı yapan bir tutum benimsedi. Şimdilik daha ötesine geçeceğini pek düşünmüyorum. Ama devam eden süreçte Türkiye nasıl bir tavır alacak? Gerek Hamas’la ilişkilerin seyri gerekse Filistin Direnişi’ne karşı tutum alıp almayacağı konusu oldukça önemli.

“Mücadele Hamas’la başlamadı”

Operasyonu sadece Hamas mı yürütüyor? Gazze Şeridi’ndeki askeri yapıdan kısaca bahsedebilir misin?

Filistin Direnişi’nin sadece Hamas’tan ibaret olduğu ya da bu savaşın bir ‘din savaşı’ gibi gösterilmesi işgal devletinin ve Siyonist hareketin savunucularının sıkça kullandığı argümanlardır. Tüm bunlar tamamen bir yanılsamadır. Filistin halkının meşru hakları için yürüttüğü mücadelenin tarihi Hamas’tan çok önce başlamıştır.

Bugün de Gazze’den doğru başlatılan direnişte Hamas’ın yanında İslami Cihad’ın yanı sıra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist-Leninist örgütlerin de yer aldığını hatırlatmak gerekir. Filistin Direnişi’nin içerisinde Müslümanların yanı sıra Hristiyanların da yer aldığını hatırlatmak gerekir. Filistin halkının tarihsel mücadelesi sadece bugün veya 90’larda başlamış olan Hamas’ın direnişi ile özetlenemez.

“Baki olan Filistin halkının mücadelesi”

Filistin Direnişi, 1960’larda başlayan, ‘Filistin Devrimi’ olarak adlandırılan Filistin sol örgütlenmesinin öncülüğündeki bir mücadeledir. İsrail’in Filistin soluna yoğun saldırılar gerçekleştirmesi ve onu bitirme isteğiyle beraber oluşan konjonktürel koşullarda Hamas’ın ön plana çıkması, Filistin halkının tarihsel direnişinde sadece dönemsel bir ana işaret ediyor. Ama baki olan Filistin halkının tarihsel hakları için, yaşam hakları için yürüttüğü mücadeledir.

“Gazze’deki “Ortak Operasyon Odası””

Tabii ki bu mücadelede kimi birleştirici simgeler söz konusu. El-Aksa gibi, Kudüs gibi… Filistinliler için bir başkent olarak addedilen bu şehrin hem tarihsel hem dinsel hem de coğrafi bir simge olduğunu hatırlatmak gerekir ve bu anlamıyla ister sol cenahtan olsun ister İslami cenahtan olsun bu simgeler etrafında birleşiyor Filistin halkı.

Gazze’de tüm ideolojik çeşitliliğiyle bir araya gelen Filistinli direniş grupları, ortak bir operasyon odası kurdular ve tüm operasyon sürecini birlikte yürütüyorlar.

[İsrail Başbakanı Binyamin] Netanyahu veya diğer İsrailli yetkililer sadece Hamas’ı ön plana çıkaradursun Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesi Hamas olsun olmasın sürecek. Onlar da bunun böyle olduğunu gayet iyi biliyor.

“Boykot mücadelesini yükseltme çağrısı”

BDS Türkiye olarak kamuoyuna bir çağrınız var mı? 

Bu tarihi dönüm noktasında değişen ve gelişen koşullardan çokça öğreneceklerimiz var. Bizlerin, yani İsrail’in işgaline ve apartheid rejimine karşı dünyanın her yerinde Filistin halkıyla dayanışan insanların bu süreçten çıkarmamız gereken dersler var. Bu dersler ışığında Filistin Direnişi’ne ses katmalı ve direnişin haklılığını her yerde göstermeliyiz. İşgal devletinin askeri, diplomatik, ticari, akademik ve kültürel aygıtlarını boykot etme çabalarını sürdürmeliyiz.

Çünkü Filistin halkı, dünya çapında güçlü bir dayanışma ve boykot hareketi öncülüğünde bütünsel bir mücadele yürütülmesiyle beraber ancak ve ancak tarihsel haklarına ulaşabilir. Bu anlamıyla Filistin halkının direnişini bir kez daha selamlıyor, “Filistin’e özgürlük, İsrail’e boykot” sloganının hep birlikte yükseltme çağrısı yapıyorum.

 

(Bianet 9 Ekim 2023)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu